Etiket arşivi: Münir Özkul

Şizofren Diyerek Geçme !

 

Toplumda ağzımıza alıştırdığımız hani şu kelime vardır ya,lakayt biçimde tırmalar kulaklarımızı;

” Şizofren misin oğlum (kızım) sen ? ”

“Birde psikoloji okudum diyorsun, sen nasıl psikoloji okudun önce kendini tedavi et ! ”

“Şizofum benim jüpiter gibisin ha, galiba sizde genetik ”

“Senin gibi cins şizofren olanını da ilk defa görüyorum pes !”

“Nerenden yumurtluyorsun abi bütün bunları ? Android misin, şizofren misin ne iş anlayalım bak yine mala bağladın ha ”

Yazıma böyle bir giriş yaptım,çünkü bu tür konuşmaların geçtiği bir diyaloğa da ben dolmuşta şahit olmuştum.Muhabbet sahiplerinin.yaşları 30-40 arası vardı. Dolmuş gibi halka açık bir mekanda konuştukları için bazıları ters ters bakmıştı konuşanlara.Neden ters baktıklarını düşündüğümde hak vermiştim bakanlara.Çünkü istatistiklere göre Türkiye’nin 600 bin nüfusu şizofren hastasıydı.Kim bilir konuşanlara ters bakanlar ya şizofren tedavisi görüyordu,ya da bir hasta yakınıydı.

Bir kere şizofren kelimesi ; gerçeklerle iletişimi kopmuş,gerçek dışı düşüncelerle hareket eden,düşünce, duygu ve davranışlarında önemli bozulmalar yaşayan insanların içinde bulunduğu ızdıraplı bir ruh hastalığını ifade eder. Bilinçsizce kullandığımız şizofren kelimesi hakaret sayılan kelimeler arasında yer aldığı için iletişimde ağız alışkanlığı olarak kullanıldığında  hakareti amaçlamasa da, yine de bu tür hitaplar,şakalar tüm hasta kişilere, hatta yakınlarına yönelik bir onur kırma ve aşağılama durumunu barındırır. Bu sebepten şizofren olsun ya da olmasın her iki tarafa da şaka mahiyetinde kesinlikle söylenmemesi gereken kelimelerden biridir.İşte toplum içi davranışlarımızda bizler bunlara hiç dikkat etmiyoruz.

Hatta şizofrenlerle ilgili bir araştırma yazısında okumuştum.”Tarihte şizofreni hastalığı tanısı konmuş pek çok sanatçı vardır” diyordu.

Öncelikle sanatçı ve şizofren arasındaki farklılıklar nedir ne değildir onu kavrayalım.
Sanatçı;
Kişisel birikimlerini, bilinçaltını, yaşam felsefesini, kollektif bilinçaltını harmanlar.Derinlerde yatan, işlenmemiş ham malzemeyi deneyim, bilgi, ustalık ve estetik elementler yardımıyla işleyerek topluma sunar.
Şizofren ise;  çoğunlukla kendi iç dünyasını anlatan mesajlar verir, kendisi için özel anlamı olan semboller kullanır.
Şizofren olduktan sonra sanatçı olanlar ile profesyonel sanatçı arasındaki tek fark; kendini ifade etmesi, yaratma dürtüsü ve ölümsüz olma isteğidir.
Bu arada rica ederim “Şizofren” diyerek ,aşağılayarak ya da sallayarak hastalıkmış diyerek de  geçmeyin lütfen  

Bugün Louis Wain,Vincent Van Gogh,Carlo Zinelli,Adolf Wölfli gibi ressamların yapmış olduğu resimlere bakarsak onlar şizofren sanatçılar arasında hatırlanabilecek isimlerin en başında gelir.
Farklı sanatlarda isimler örnekleyecek olursak;

  • Fransız oyun yazarı, oyuncu, yönetmen ve şair Antonin Artaud,
  • Alman lirik şair Johann Christian Friedrich Hölderlin,
  • Avustralyalı konçerto piyanisti David Helfgott,
  • Polonyalı balet Vaslav Nijinski,
  • ABD’li matematikçi John Forbes Nash,
  • ABD’li caz trompetçisi ve kompozitörü Tom Harrell gibi isimlerin başarılarını görebiliriz.
  • Tabi ki Şizofren sanatçılar arasında 50 yılı aşmış rock müziğin efsane ismi Pink Floyd grubunun bestekarı ve vokalisti Syd Barrett’i de unutmamak lazım.

Buraya kadar Avrupalı sanatçıların isimlerini gördük.Kendi sanatçılarımızdan da şöyle baktığımız zaman,görünen yanıyla imrendiğimiz o ünlü isimlerin bir çoğununda şizofren tedavisi görmüş olduğunu görüyoruz.Tedavilerden sonra hayatları kendilerine zehir olurken,diğer yandan bizlere ışıl ışıl görünebilen bu insanların aklımızda kalan yeteneklerinin ve yaratıcılıklarının tek nedeni ise şizofreni olmuş olmalarıdır.

Çok uzağa gitmeyelim filmleriyle gönlümüze taht kurmuş,en akılda kalır ismi hababam sınıfının meşhur Mahmut hocası Münir Özkul. Sahi oyuncu Münir Özkul’un bir dönem toplumdan yaşadığı sıkıntılardan dolayı oyunculuk döneminde aynı zamanda şizofreni ile de mücadele ettiğini kaçımız biliyoruz ?

Münir Özkul, rahatsızlığı için kullandığı ilaçlardan fayda görmeyip alkole nasıl sarılmış olduğunu  bir röportajında şu kelimelerle anlatmıştır “Bu,sanatçıların çok başına gelen bir şey.
Sevilmek istiyoruz,yani toplumdan bir şeyler bekliyoruz,biraz takdir bekliyoruz.Olmuyor,gelmiyor…”

Münir Özkul yine bu röportajında içkiden nasıl kurtuldunuz sorusuna da şu şekilde cevap verir  ; “Tam şuurlu olarak yapmadım bunu.İçkiyi bırakmayı çok istiyordum.Gitmediğim doktor,yatmadığım hastane kalmadı.Hastane duvarlarının arkasına girdiğim zaman kendimi rahat,emniyette hissediyordum.Fakat dışarı çıkıp o toplumun dışarı çıkar çıkmaz hissedilen baskısı var ya hissettim bunu….Bir sanatçı olarak sevilme zorunluluğu.çalışmak zorunluluğunu sırtımda hisseder hissetmez o çocuksu bünyem hemen paniğe kapılıyor ve  hemen içki şişesine sarılıyordum.”

Bir gün Münir Özkul’un yakın arkadaşı Haldun Taner Münir Özkul için ünlü bir psikiyatr olan  Dr. Süleyman Velioğlu’ndan bu rahatsızlık için randevu almıştır ve doktorun Haldun Taner’e cevabı enteresandır. Zaten  Dr.Süleyman Velioğlu 1967 de kişisel bir sanat anlayışı geliştirerek  Akatünvel Sanat Grubunu  kurmuş olan bir doktordur.Yani sanata çok uzak bir kimlik değildir. Dr. Süleyman Velioğlu aynı zamanda Türkiye’de Psikiyatri alanında Creative Art Therapy yani Sanatla Teşhis- Tedavi yöntemini uygulayan ilk kişi olarak bilinmektedir.Bu çalışmaların dışında “Bir Sizofren Hastanın Sanat Ürünleri”  “Prepsikotik Aşamadan Psikoza Şizofrenik Süreç” “Akıl hastası Ve Sanatçı” “İnsan Ve Yaratma Edimi” adında  kendi ilmiyle ilgili kitaplarında yazarıdır.Tüm bilimsel araştırmalarını sanatla teşhis ve tedavi üzerine yaptığı için Haldun Taner şizofren ve sanatçı olan Münir Özkul’u Dr.Süleyman Velioğlu’na getirmiştir…Doktorun Münir Özkul için “Bu adamı neden iyi etmek istiyorsunuz? Sanatı ve başarısının nedeni bu yakındığı özellikler. Onları iyi edersek, ortada sağlıklı bir kabuk kalır. Bırakın olduğu gibi devam etsin, şimdi mutsuzlukları içinde mutludur. İyi olursa büsbütün mutsuz olur.” demiştir.

Sizi bilmem ama Haldun Taner ile psikiyatrın arasında geçen sohbetin bu kısmı  beni oldukça etkiledi.Münir Özkul için söylediği bu sözleri tüm şizofreniler için düşünürsek hani haksız da sayılmaz.Şizofrenler bana göre ayrıcalıklı insanlardır. Düşünsenize mutsuzluklarınız ilham kaynağınız,mutsuzluklarınız mutluluk kaynağınız ve mutsuzluklarınız yaratım,üretim kaynağınız,mutsuzluklarınız toplumsal bir hesaplaşma kavganız.Bu mücadelede sizi kucaklayan sığındığınız birde hayal dünyanız var.Bu kendini gittikçe toplumdan soyutlayan ayrıcalıklı ruhu ilaçlara boğarak öldürmek ve sadece etten bir kostüm giydirip ruhu ölmüş diğer ruhsuz dolaşan canlıların arasına katmak bana göre hiç de mantıklı değil.

Dr.Süleyman Velioğlu’ndan sonra tıbbi araştırmalara göre geçmişten bugüne şizofreni hastalarının sanata, özellikle resim ve müziğe ilgilerinin yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Bu sanatların hastalığın teşhisinde, gidişatının tespitinde çok faydasının olduğu da belirtilmiştir.Müzik dinlemek ve aktif müzikal etkinlikler şizofreni hastalarında gerilemiş olan toplumsal iletişimde,psikolojik, sosyal ve zihinsel becerileri geliştirmeye katkıda bulunduğu için, hastaları topluma kazandırma bilinciyle bugün yan etkili eski tedavi biçimlerinin yerine uyku vermeyen yeni kuşak ilaç tedavisine ilaveten,hastayı dış hayata yaklaştırma terapisi ve sanatsal faaliyetler terapisi birleştirilmiş ve bazı merkezlerde şizofreniler için sanatsal uygulamalar altında tedavilere başlanmıştır.

Bu arada sanatla teşhis- tedaviden bahsetmişken şizofrenlerin yazan kısmına da dokunmamak ,onları da anmamak olmaz. Hatırlar mısınız bilmem Ateşin Düştüğü Yerden Sesler, Yüzler, Öyküler Yarışması  adı altında 2009-2010-2011 yıllarında sadece şizofreni hastalarının eserleriyle  katılabildiği bir yarışma düzenlenmişti.Bu yarışmanın amacı şizofrenilerin hayata katılımına destek vermekti.
Bu yarışma sonucu 2009’da ilk 10’a girenlerin öyküleri Doğan Kitap tarafından “Hayat Bana Yüreğini Açıyor” ismiyle kitaplaştırılmıştır..Yine aynı yarışmanın 2010’da ilk 10’a giren öyküleri ise “Hepimiz Deliyiz” adıyla yine Doğan Kitap tarafından basılmıştır.

Yarışmanın 2010 yılı 1’incisi SÜVEYDA ÖLÜDENİZ,  2’cisi  ise YASEMİN ŞENYURT olmuştu.

Yarışmayı kazananlardan  Süveyda Ölüdeniz kendisine neden yazdığı sorulduğunda şöyle bir cevap verir ;

“Birçok nedeni var. En büyük hayalim yazar olmak. Bazen kilidi çözen; aşk, öfke, ya da bir espri oldu, ben de yazdım. Delirmemek ama deli kalmak için yazıyorum. Dünyayı yan yana getirdiğim kelimelerle havaya uçurmak istiyorum. Kendimi tutsaklıktan kurtarmak için yazarken başkasına dönüşüyorum ve hayatı kelimelerle becermeyi seviyorum. Mutsuzluğuma soyluluk katmak için yazıyorum. Ölüme kelimelerle sarkıntılık etmeyi seviyorum, sevgili bulmak için yazıyorum. Yazmak, aklımın hapishanesinden delirerek kaçmamı sağlıyor. Cinayet işlememek için kelimelerle cinayet işliyorum. Düşmanıma benzemeden intikam almanın yolu yazmak. Hiç kimseden emir almamak için yazıyorum.”

Yarışmanın 2 cisi Yasemin Şenyurt ise yazarak ataklarını atlatabildiğini,yazarak sorunlarını teker teker sorguladığını anlatmıştır.Yazarlarımızın duygu ve düşünce anlatımlarına bakarak şizofreni nedir diye düşündüğümüzde hekimlik terimi haricinde  bu duruma o halde şöylede diyebiliriz şizofreni bir takdir edilmeme,onaylanmama,dışlanma korkusu ile sürekli en iyisini yapma baskısı altında gelişmiş, toplumdan ve çevreden kaynaklanan,travmalar,kavgalar vesilesiyle insan ruhunun yaralanarak,genetik faktörler eşliğinde ortaya çıkması.

Burada dikkatimizi çekmesi gereken ve anlamamız gereken şudur; her iki yazarımızın da  yarışmadan sonra hayatlarında takdir edildikleri için psikolojik açıdan büyük bir rahatlık hissetmiş olmalarıdır.Tıpkı Münir Özkul’un “Sevilmek istiyoruz,yani toplumdan bir şeyler bekliyoruz,biraz takdir bekliyoruz.” dediği gibi.Bu sebepten diyebiliriz ki takdir edilmemek bu hastalığın alevlendiricisi ve tetikleyicisidir.Gaipten sesler duymak ve paranormal hikayelerin kahramanı olmak ise ilk zamanki verilen belirtilerden çok sonraki atak evreleridir.

Öte yandan kiminin sanal dediği bizimse dijital dünya diye adlandırdığımız İnternet alanında  günümüz yaşantısına ve insan hikayelerine baktığımızda, kendi iç dünyasını anlatan mesajlar veren, kendisi için özel anlamı olan semboller kullanan sayamayacağımız kadar sayısızca insan görmekteyiz.Kim bilir onlarda  yazarlarımızdan SÜVEYDA ÖLÜDENİZ ve YASEMİN ŞENYURT gibi midir bilinmez.

Belkide şu an düşünmeye başladınız,ben ya da ailemden biri veyahutta yakın arkadaşım şizofreni midir değil midir,korkmalı mıyım,nereden anlayacağım bu hastalığın belirtileri nedir derseniz ,tıp dünyası bu belirtileri şu şekilde sıralıyor. Şizofreni başlangıcı olan kişilerde bu durum algıda kusur ile başlamakta,sonra sırasıyla düşünce oluşturamama ve düşüncelerde bozulma,bir durumu,kişiyi yargılarken yargıda dengesizlik kusur belirtisi,örneğin şizofrenler duygularını rahatlıkla yansıtamazlar,sevgi,öfke,coşku gibi duyguları ya aşırı tepki ya da içindeki coşkuya karşın kendilerini kısıtlayarak sessiz bir moda geçerler,hafıza karmaşaları mevcuttur,bellekleri sürekli karışıktır.Doğru ve yanlış kavramları bozulur.Doğrunun bir tane olduğu yer vardır siyahın siyah olması gibi lakin şizofreniler doğruyu yanlış olarak kabul ederler.Eğer siyah sizin doğrunuz ise onların doğrusu beyazda inat eder.Bu yüzden sağlıklı birey olarak siz zıtlaştıkça gerilim artacaktır.Sonuç olarak bir çok davranışları garipleşerek göze batmaya başlar.Allah ile kavga etmek gibi,değişik dinlere yönelmek ve bunları kanıtlayıcı tarzda alim olmuşcasına konuşmak gibi ,halisülasyonlar ya da öte alemlerden üç harflilerden ses duymak gibi tuhaf davranışlar belirtiler arasındadır.

Bu yüzden ulu orta yerlerde durumundan emin olmadığınız çevrenizdeki insanlarla İletişim halindeyken “şizofren misin oğlum” diyerek aşağılama içeren “Gizli Damgalama” yı besleyen bu kelimeleri kullanmayın.Çünkü şizofrenler kabul edilmeme,dışlanma korkusuyla kendilerini kamufle ederler.Şizofren olduklarını bilseniz de bilmeseniz de öğrendikten sonra bu tür insanlarla iletişim kurmaktan da sakın korkmayın ve onları etiketlemeden sanata yönlendirin.Çünkü bu kişiler ne kadar iletişim kurarsanız o kadar topluma adapte olarak sanat desteğiyle iyileşme göstermekteler. Dr.Süleyman Velioğlu sayesinde  artık şunu diyebiliriz ki sıradan bir insanın bile şizofreni olduktan sonra sanatla tedavi edilmesi mümkündür.

Selametle kalın..

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

 

.

 

 

 

Paylaş