Hazımsız Üretken Canlılar
İnsanoğlu başarmış olduğu her ne varsa, bir başkasının nedense o yolda başarılı olmasını ve kendinden daha iyi olmasını istemiyor.Kendinden sonraki gelişmesi gereken ya da gelişme aşamasında olan kişileri aşağılayarak,ezerek,yeteneklerini küçümseyerek çöküntüyle ortadan kaldırmaya çalışıyor.
İnsanoğlu hazımsız bir canlı olmamalı.Hazımsızlığın kimseye pek fayda sağlamadığını bilmeli, gelmiş geçmiş atalarından ibret alarak kendini düzeltme yoluna gitmeli.
Sen iyi bir kameraman olabilirsin ama başkalarının da olma isteği ,buna ilgisi ve sempatisi olabilir.Maddi durumu olmayabilir,belki senin gibi en kaliteli eğitimi alacak parası yoktur ,fakat bu öğrenmesine engel değildir,varsa bir engel,engelini kaldırıp öğretebilirsin.
Mesela sen iyi bir fotoğrafçı da olabilirsin,ama yaşadığın gezegende kendinden başka bir fotoğrafçıya tahammülün yoksa ve bilgilerinden karşılıksız faydalanmalarına izin vermiyorsan,sen geçmiş dönem şartlarına göre temelden zorlu bir yolculukta başarıya ulaştın diye,senin dışındaki günümüz insanlarının amatör fotoğrafçılık yapmasını da hakir göremez, bu duruma sinirlenemezsin..
Sinema ve televizyonculuk okuyarak film yönetmeni, seslendirmen olabilirsin,en iyi senaryo yazarı, kurgucu,görüntü yönetmeni,oyuncu vesaire olabilirsin.Sen bu yeteneklerinle kendini sanatçı da ilan etmiş olabilirsin, hatta iyi bir edebiyat fakültesinden mezun olarak iyi bir yazar da olmuş olabilirsin,senin dışında edebiyata gönül verenleri,şiir yazanları,yazı yazanları gördüğün zaman onların ruhunu besleyip kulağına bir fısıltıyla cesaretlendiremiyorsan,eksikliklerini birebir gideremiyorsan,senden sonrakilerin gelişmesini istemiyor,başarmasını hazmedemiyor ve gördüğün yerde sürekli kendi bulunduğun seviyeyi ve aldığın eğitimle öne çıkıp,en iyisinin sen olduğunu düşünüyorsan,senden sonrakileri ya da senin dışındakileri küçümsüyor,hatalarını toplum içinde deşifre ediyorsan, şapkanı önüne eğ bir kez daha düşün derim.Hep bana Rabbena olmaz.
İşte sen kendinin her ne olduğunu düşünüyorsan, sen daha olmamışsın dostum.
Tamam,sanatçıyla egosu ayrılmaz bir bütündür diyoruz ama sanatçıdaki egonun bir büyüklük taslama ve kendini yüceltme olmadığını bilmelisin.Bu dünyada yalnız olmadığını,dünyanın senin etrafında dönmediğini anlamalısın. Bunu anlayabilmen için seni yaratan kainatın en büyük sanatçısının eserlerine bakmalısın.
Sana verilen özellikler,yetenekler senin dışındakilere de farklı boyutlarda verildi.O yol sadece sana bahşedilmedi.İnsanların kendilerinde fark ettiği yeteneklerini ortaya tüm çıplaklığıyla çıkarması seni rahatsız etmemeli,bilakis buna sevinmeli ve destek olabilmelisin.Sen resim yapıyorsan başkası da yapabilir,sen kitap yazıyorsan başkası da yazabilir,sen konservatuar okuyarak şarkıcı ya da müzisyen olabildiysen başkası okumadan senden daha iyi şarkı söyleyebilir,hiç eğitim almadan kendi kendine bir enstrüman çalmayı da öğrenebilir.
“Önüne gelen yazar oluyor,önüne gelen oyuncu oluyor,önüne gelen sanatçı oluyor,önüne gelen topçu,popçu oluyor ,artık bu işlerinde bir asaleti kalmadı herkes yapıyor” dediğin an sen sanatçı değilsindir.Bu şekilde düşündüğün sürece sanatın yok olur.Geriye senden sadece sorun üreten,üretken ve hazımsız bir canlı kalır.
Kendi varlığından haberdar olan,kendi dünyasından etrafa bakan, kendisini fark eden insan kendi dışındaki insanların yeteneklerine,hobilerine,zevklerine hazımsızlıkla ket vurmamalıdır…
İşte bunu başarabiliyorsan o zaman sen sanatçısın.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Şizofren Diyerek Geçme !
Toplumda ağzımıza alıştırdığımız hani şu kelime vardır ya,lakayt biçimde tırmalar kulaklarımızı;
” Şizofren misin oğlum (kızım) sen ? ”
“Birde psikoloji okudum diyorsun, sen nasıl psikoloji okudun önce kendini tedavi et ! ”
“Şizofum benim jüpiter gibisin ha, galiba sizde genetik ”
“Senin gibi cins şizofren olanını da ilk defa görüyorum pes !”
“Nerenden yumurtluyorsun abi bütün bunları ? Android misin, şizofren misin ne iş anlayalım bak yine mala bağladın ha ”
Yazıma böyle bir giriş yaptım,çünkü bu tür konuşmaların geçtiği bir diyaloğa da ben dolmuşta şahit olmuştum.Muhabbet sahiplerinin.yaşları 30-40 arası vardı. Dolmuş gibi halka açık bir mekanda konuştukları için bazıları ters ters bakmıştı konuşanlara.Neden ters baktıklarını düşündüğümde hak vermiştim bakanlara.Çünkü istatistiklere göre Türkiye’nin 600 bin nüfusu şizofren hastasıydı.Kim bilir konuşanlara ters bakanlar ya şizofren tedavisi görüyordu,ya da bir hasta yakınıydı.
Bir kere şizofren kelimesi ; gerçeklerle iletişimi kopmuş,gerçek dışı düşüncelerle hareket eden,düşünce, duygu ve davranışlarında önemli bozulmalar yaşayan insanların içinde bulunduğu ızdıraplı bir ruh hastalığını ifade eder. Bilinçsizce kullandığımız şizofren kelimesi hakaret sayılan kelimeler arasında yer aldığı için iletişimde ağız alışkanlığı olarak kullanıldığında hakareti amaçlamasa da, yine de bu tür hitaplar,şakalar tüm hasta kişilere, hatta yakınlarına yönelik bir onur kırma ve aşağılama durumunu barındırır. Bu sebepten şizofren olsun ya da olmasın her iki tarafa da şaka mahiyetinde kesinlikle söylenmemesi gereken kelimelerden biridir.İşte toplum içi davranışlarımızda bizler bunlara hiç dikkat etmiyoruz.
Hatta şizofrenlerle ilgili bir araştırma yazısında okumuştum.”Tarihte şizofreni hastalığı tanısı konmuş pek çok sanatçı vardır” diyordu.
Öncelikle sanatçı ve şizofren arasındaki farklılıklar nedir ne değildir onu kavrayalım.
Sanatçı;
Kişisel birikimlerini, bilinçaltını, yaşam felsefesini, kollektif bilinçaltını harmanlar.Derinlerde yatan, işlenmemiş ham malzemeyi deneyim, bilgi, ustalık ve estetik elementler yardımıyla işleyerek topluma sunar.
Şizofren ise; çoğunlukla kendi iç dünyasını anlatan mesajlar verir, kendisi için özel anlamı olan semboller kullanır.
Şizofren olduktan sonra sanatçı olanlar ile profesyonel sanatçı arasındaki tek fark; kendini ifade etmesi, yaratma dürtüsü ve ölümsüz olma isteğidir.
Bu arada rica ederim “Şizofren” diyerek ,aşağılayarak ya da sallayarak hastalıkmış diyerek de geçmeyin lütfen
Bugün Louis Wain,Vincent Van Gogh,Carlo Zinelli,Adolf Wölfli gibi ressamların yapmış olduğu resimlere bakarsak onlar şizofren sanatçılar arasında hatırlanabilecek isimlerin en başında gelir.
Farklı sanatlarda isimler örnekleyecek olursak;
- Fransız oyun yazarı, oyuncu, yönetmen ve şair Antonin Artaud,
- Alman lirik şair Johann Christian Friedrich Hölderlin,
- Avustralyalı konçerto piyanisti David Helfgott,
- Polonyalı balet Vaslav Nijinski,
- ABD’li matematikçi John Forbes Nash,
- ABD’li caz trompetçisi ve kompozitörü Tom Harrell gibi isimlerin başarılarını görebiliriz.
- Tabi ki Şizofren sanatçılar arasında 50 yılı aşmış rock müziğin efsane ismi Pink Floyd grubunun bestekarı ve vokalisti Syd Barrett’i de unutmamak lazım.
Buraya kadar Avrupalı sanatçıların isimlerini gördük.Kendi sanatçılarımızdan da şöyle baktığımız zaman,görünen yanıyla imrendiğimiz o ünlü isimlerin bir çoğununda şizofren tedavisi görmüş olduğunu görüyoruz.Tedavilerden sonra hayatları kendilerine zehir olurken,diğer yandan bizlere ışıl ışıl görünebilen bu insanların aklımızda kalan yeteneklerinin ve yaratıcılıklarının tek nedeni ise şizofreni olmuş olmalarıdır.
Çok uzağa gitmeyelim filmleriyle gönlümüze taht kurmuş,en akılda kalır ismi hababam sınıfının meşhur Mahmut hocası Münir Özkul. Sahi oyuncu Münir Özkul’un bir dönem toplumdan yaşadığı sıkıntılardan dolayı oyunculuk döneminde aynı zamanda şizofreni ile de mücadele ettiğini kaçımız biliyoruz ?
Münir Özkul, rahatsızlığı için kullandığı ilaçlardan fayda görmeyip alkole nasıl sarılmış olduğunu bir röportajında şu kelimelerle anlatmıştır “Bu,sanatçıların çok başına gelen bir şey.
Sevilmek istiyoruz,yani toplumdan bir şeyler bekliyoruz,biraz takdir bekliyoruz.Olmuyor,gelmiyor…”
Münir Özkul yine bu röportajında içkiden nasıl kurtuldunuz sorusuna da şu şekilde cevap verir ; “Tam şuurlu olarak yapmadım bunu.İçkiyi bırakmayı çok istiyordum.Gitmediğim doktor,yatmadığım hastane kalmadı.Hastane duvarlarının arkasına girdiğim zaman kendimi rahat,emniyette hissediyordum.Fakat dışarı çıkıp o toplumun dışarı çıkar çıkmaz hissedilen baskısı var ya hissettim bunu….Bir sanatçı olarak sevilme zorunluluğu.çalışmak zorunluluğunu sırtımda hisseder hissetmez o çocuksu bünyem hemen paniğe kapılıyor ve hemen içki şişesine sarılıyordum.”
Bir gün Münir Özkul’un yakın arkadaşı Haldun Taner Münir Özkul için ünlü bir psikiyatr olan Dr. Süleyman Velioğlu’ndan bu rahatsızlık için randevu almıştır ve doktorun Haldun Taner’e cevabı enteresandır. Zaten Dr.Süleyman Velioğlu 1967 de kişisel bir sanat anlayışı geliştirerek Akatünvel Sanat Grubunu kurmuş olan bir doktordur.Yani sanata çok uzak bir kimlik değildir. Dr. Süleyman Velioğlu aynı zamanda Türkiye’de Psikiyatri alanında Creative Art Therapy yani Sanatla Teşhis- Tedavi yöntemini uygulayan ilk kişi olarak bilinmektedir.Bu çalışmaların dışında “Bir Sizofren Hastanın Sanat Ürünleri” “Prepsikotik Aşamadan Psikoza Şizofrenik Süreç” “Akıl hastası Ve Sanatçı” “İnsan Ve Yaratma Edimi” adında kendi ilmiyle ilgili kitaplarında yazarıdır.Tüm bilimsel araştırmalarını sanatla teşhis ve tedavi üzerine yaptığı için Haldun Taner şizofren ve sanatçı olan Münir Özkul’u Dr.Süleyman Velioğlu’na getirmiştir…Doktorun Münir Özkul için “Bu adamı neden iyi etmek istiyorsunuz? Sanatı ve başarısının nedeni bu yakındığı özellikler. Onları iyi edersek, ortada sağlıklı bir kabuk kalır. Bırakın olduğu gibi devam etsin, şimdi mutsuzlukları içinde mutludur. İyi olursa büsbütün mutsuz olur.” demiştir.
Sizi bilmem ama Haldun Taner ile psikiyatrın arasında geçen sohbetin bu kısmı beni oldukça etkiledi.Münir Özkul için söylediği bu sözleri tüm şizofreniler için düşünürsek hani haksız da sayılmaz.Şizofrenler bana göre ayrıcalıklı insanlardır. Düşünsenize mutsuzluklarınız ilham kaynağınız,mutsuzluklarınız mutluluk kaynağınız ve mutsuzluklarınız yaratım,üretim kaynağınız,mutsuzluklarınız toplumsal bir hesaplaşma kavganız.Bu mücadelede sizi kucaklayan sığındığınız birde hayal dünyanız var.Bu kendini gittikçe toplumdan soyutlayan ayrıcalıklı ruhu ilaçlara boğarak öldürmek ve sadece etten bir kostüm giydirip ruhu ölmüş diğer ruhsuz dolaşan canlıların arasına katmak bana göre hiç de mantıklı değil.
Dr.Süleyman Velioğlu’ndan sonra tıbbi araştırmalara göre geçmişten bugüne şizofreni hastalarının sanata, özellikle resim ve müziğe ilgilerinin yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Bu sanatların hastalığın teşhisinde, gidişatının tespitinde çok faydasının olduğu da belirtilmiştir.Müzik dinlemek ve aktif müzikal etkinlikler şizofreni hastalarında gerilemiş olan toplumsal iletişimde,psikolojik, sosyal ve zihinsel becerileri geliştirmeye katkıda bulunduğu için, hastaları topluma kazandırma bilinciyle bugün yan etkili eski tedavi biçimlerinin yerine uyku vermeyen yeni kuşak ilaç tedavisine ilaveten,hastayı dış hayata yaklaştırma terapisi ve sanatsal faaliyetler terapisi birleştirilmiş ve bazı merkezlerde şizofreniler için sanatsal uygulamalar altında tedavilere başlanmıştır.
Bu arada sanatla teşhis- tedaviden bahsetmişken şizofrenlerin yazan kısmına da dokunmamak ,onları da anmamak olmaz. Hatırlar mısınız bilmem Ateşin Düştüğü Yerden Sesler, Yüzler, Öyküler Yarışması adı altında 2009-2010-2011 yıllarında sadece şizofreni hastalarının eserleriyle katılabildiği bir yarışma düzenlenmişti.Bu yarışmanın amacı şizofrenilerin hayata katılımına destek vermekti.
Bu yarışma sonucu 2009’da ilk 10’a girenlerin öyküleri Doğan Kitap tarafından “Hayat Bana Yüreğini Açıyor” ismiyle kitaplaştırılmıştır..Yine aynı yarışmanın 2010’da ilk 10’a giren öyküleri ise “Hepimiz Deliyiz” adıyla yine Doğan Kitap tarafından basılmıştır.
Yarışmanın 2010 yılı 1’incisi SÜVEYDA ÖLÜDENİZ, 2’cisi ise YASEMİN ŞENYURT olmuştu.
Yarışmayı kazananlardan Süveyda Ölüdeniz kendisine neden yazdığı sorulduğunda şöyle bir cevap verir ;
“Birçok nedeni var. En büyük hayalim yazar olmak. Bazen kilidi çözen; aşk, öfke, ya da bir espri oldu, ben de yazdım. Delirmemek ama deli kalmak için yazıyorum. Dünyayı yan yana getirdiğim kelimelerle havaya uçurmak istiyorum. Kendimi tutsaklıktan kurtarmak için yazarken başkasına dönüşüyorum ve hayatı kelimelerle becermeyi seviyorum. Mutsuzluğuma soyluluk katmak için yazıyorum. Ölüme kelimelerle sarkıntılık etmeyi seviyorum, sevgili bulmak için yazıyorum. Yazmak, aklımın hapishanesinden delirerek kaçmamı sağlıyor. Cinayet işlememek için kelimelerle cinayet işliyorum. Düşmanıma benzemeden intikam almanın yolu yazmak. Hiç kimseden emir almamak için yazıyorum.”
Yarışmanın 2 cisi Yasemin Şenyurt ise yazarak ataklarını atlatabildiğini,yazarak sorunlarını teker teker sorguladığını anlatmıştır.Yazarlarımızın duygu ve düşünce anlatımlarına bakarak şizofreni nedir diye düşündüğümüzde hekimlik terimi haricinde bu duruma o halde şöylede diyebiliriz şizofreni bir takdir edilmeme,onaylanmama,dışlanma korkusu ile sürekli en iyisini yapma baskısı altında gelişmiş, toplumdan ve çevreden kaynaklanan,travmalar,kavgalar vesilesiyle insan ruhunun yaralanarak,genetik faktörler eşliğinde ortaya çıkması.
Burada dikkatimizi çekmesi gereken ve anlamamız gereken şudur; her iki yazarımızın da yarışmadan sonra hayatlarında takdir edildikleri için psikolojik açıdan büyük bir rahatlık hissetmiş olmalarıdır.Tıpkı Münir Özkul’un “Sevilmek istiyoruz,yani toplumdan bir şeyler bekliyoruz,biraz takdir bekliyoruz.” dediği gibi.Bu sebepten diyebiliriz ki takdir edilmemek bu hastalığın alevlendiricisi ve tetikleyicisidir.Gaipten sesler duymak ve paranormal hikayelerin kahramanı olmak ise ilk zamanki verilen belirtilerden çok sonraki atak evreleridir.
Öte yandan kiminin sanal dediği bizimse dijital dünya diye adlandırdığımız İnternet alanında günümüz yaşantısına ve insan hikayelerine baktığımızda, kendi iç dünyasını anlatan mesajlar veren, kendisi için özel anlamı olan semboller kullanan sayamayacağımız kadar sayısızca insan görmekteyiz.Kim bilir onlarda yazarlarımızdan SÜVEYDA ÖLÜDENİZ ve YASEMİN ŞENYURT gibi midir bilinmez.
Belkide şu an düşünmeye başladınız,ben ya da ailemden biri veyahutta yakın arkadaşım şizofreni midir değil midir,korkmalı mıyım,nereden anlayacağım bu hastalığın belirtileri nedir derseniz ,tıp dünyası bu belirtileri şu şekilde sıralıyor. Şizofreni başlangıcı olan kişilerde bu durum algıda kusur ile başlamakta,sonra sırasıyla düşünce oluşturamama ve düşüncelerde bozulma,bir durumu,kişiyi yargılarken yargıda dengesizlik kusur belirtisi,örneğin şizofrenler duygularını rahatlıkla yansıtamazlar,sevgi,öfke,coşku gibi duyguları ya aşırı tepki ya da içindeki coşkuya karşın kendilerini kısıtlayarak sessiz bir moda geçerler,hafıza karmaşaları mevcuttur,bellekleri sürekli karışıktır.Doğru ve yanlış kavramları bozulur.Doğrunun bir tane olduğu yer vardır siyahın siyah olması gibi lakin şizofreniler doğruyu yanlış olarak kabul ederler.Eğer siyah sizin doğrunuz ise onların doğrusu beyazda inat eder.Bu yüzden sağlıklı birey olarak siz zıtlaştıkça gerilim artacaktır.Sonuç olarak bir çok davranışları garipleşerek göze batmaya başlar.Allah ile kavga etmek gibi,değişik dinlere yönelmek ve bunları kanıtlayıcı tarzda alim olmuşcasına konuşmak gibi ,halisülasyonlar ya da öte alemlerden üç harflilerden ses duymak gibi tuhaf davranışlar belirtiler arasındadır.
Bu yüzden ulu orta yerlerde durumundan emin olmadığınız çevrenizdeki insanlarla İletişim halindeyken “şizofren misin oğlum” diyerek aşağılama içeren “Gizli Damgalama” yı besleyen bu kelimeleri kullanmayın.Çünkü şizofrenler kabul edilmeme,dışlanma korkusuyla kendilerini kamufle ederler.Şizofren olduklarını bilseniz de bilmeseniz de öğrendikten sonra bu tür insanlarla iletişim kurmaktan da sakın korkmayın ve onları etiketlemeden sanata yönlendirin.Çünkü bu kişiler ne kadar iletişim kurarsanız o kadar topluma adapte olarak sanat desteğiyle iyileşme göstermekteler. Dr.Süleyman Velioğlu sayesinde artık şunu diyebiliriz ki sıradan bir insanın bile şizofreni olduktan sonra sanatla tedavi edilmesi mümkündür.
Selametle kalın..
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
.
Hastalıkların Başı Çok Yemektir,İlaçların Başı İse Perhizdir.
Yaşam mücadelesinde nerede üzülen,yıpranan ağlayan sevdiklerimizi görsek “Güçlü ol ! Güçlü ol” sözleri hep dilimize dolanır .
Oysa ruhsal yönden güçlü olmak bedensel güçten geçer.Bedensel güç ise yine yaratıcının insanların bedenlerine gereken özeni göstermesi için şifa kodlarını yüklediği şifalı besinlerden geçer.Hatta bu konuda İbrahim Nehai hazretleri, “nebati gıda bulunmayan sofra, akılsız ihtiyara benzer ,mal ve evladının çok olmasını isteyen, bitkisel gıda çok yesin” demiştir.Lakin günümüz insanı bu hadisten maalesef bihaber olmakla beraber bir çoğu damak lezzetine göre beslenmeyi alışkanlık haline getirdiği için bedenine ne kadar fayda sağladığının, ne kadar zarar verdiğinin bilincinde olmadan beslenmekteler.Bunu çoğu kişi önemsemediği için bedenine gereken değeri vermez,daha çok önüne ne gelirse yiyerek kendini mutlu etmeyi vazife bilir..Sonuç olarak türlü türlü zincirleme hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalır.
İnsanoğlu bu pejmürde başıboş,duyarsızca beslenmeyi bırakmalı, bedensel şifresini keşfetmek ve ona göre bedenini severek sorumluluk alarak sağlıklı beslenmek zorundadır.
Öte yandan şununda bilincinde olmalıyız, insanoğluyuz, yaşamsal faktörler nedeniyle yorulabilir ve bu yorgunlukla bedenimiz yıpranır.Bu sebepten bedenimizi beslemenin dışında da şifa kodları yüklenen bu besinlerle de bakım yaparak bozulan yerlerimizi onarmak zorundayızdır.Bu bakımları yapmakta önemlidir, bedensel güce gereken desteği verir. Bu bakımlara örnek verecek olursak; bilinir ki naturel zeytinyağı 70 derde devadır,dökülen saçlara rafineri olmayan naturel zeytinyağı ile bakım yapmak gibi,mantar suyuyla gözlerdeki ağrıyı önlemek ve parlaklık kazandırmak gibi ,yeşil yapraklılardan tere ile depresyon kür tedavisi uygulamak gibi ,çörek otuyla uykusuzluk ve unutkanlık sorununu çözmek gibi ve daha nicesi.
Unutmayın ki bedensel güç her şeyden önemlidir,çünkü bedensel gücü yüksek olan kişinin ruhsal gücü de yüksek olur.
Bedensel gücü zayıf düşürecek tarzda beslenmek ve vücut bakımı yapmamak hem ruhsal gücü düşürür hemde yaşam mücadelesinde insanoğlunun her alanda zayıf düşmesine neden olur.
Ruhsal gücü yüksek insanın özgüveni yüksek olur, kendi değerleri ve doğruları doğrultusunda yaşar,hayatındaki başarı ve mutluluk kavramlarıyla cesurca yüzleşir.Bir insanın ruhsal gücünün yüksek olup olmadığını karşısına çıkan zorluklarla ve onlara gösterdiği tepkilerle ölçebiliriz.
Ruhsal gücü düşük olanlar ,aldıkları kötü bir haber ve olumsuz eleştirinin karşısında çaresiz olduklarını, olanlar karşısında da mücadele edemeyecek durumda olduklarını düşünürler.Küçük şeylerden mutluluk duyamaz hale gelirler.Sinir ve stres katsayısını yükselten durumlar karşısında anksiyete moduyla fevri davranırlar.Ve sorunun hep başkalarında olduğunu savunurlar.Sağlıklı beslenmeyerek hem bedensel gücü hem de yaşam kalitesi düşmüş bu kişiler sürekli problemlere odaklanırlar.Bunun içinde daima kendilerine uygun bir dostla dertleşmek ihtiyacı duyarlar.
Bu durumda da ruhsal güç kaybı toplumsal olarak bulaşmaya başlar ve otomatikman sürü psikolojisi devreye girer.Bugün bu potansiyel tehlikenin bilincine varmış bir çok kişi ruhsal gücü düşük insanlardan işte bu yüzden kaçmaktadırlar.
Demem o ki ; bu durumları yaşamamak ve yaşatmamak için en başta bedensel şifrenizi keşfederek sağlıklı beslenmek zorundasınız.Bu sizin en başta yaratıcınızın size hediye etmiş olduğu bedeninize karşı sorumluluğunuz ve görevinizdir.
Yine bu konuda bizlere bilgi sunan Seadet-i Ebediyye de der ki ; “Hastalıkların başı çok yemektir. İlaçların başı ise perhizdir ” der..
Bedeninizi sevin ve ona iyi bakın..Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Çocuklar Cennete Kesilmiş Bilet Değildir.
İnsanlığın en büyük imtihanıydı evlat yetiştirmek,nesil yetiştirmek…
Ve demişti ki “Cennet annelerin ayakları altındadır.”Bundan ötürü sandılar ki her doğuran evlat sahibi kadın cennete gidecektir.Oysa çocuklar her annenin cennete kesilmiş bileti değildiler.
Bir kadının yaratıcının karşısında anne olarak yeri ayrıydı,insan olarak, kul olarak yeri ayrıydı.Bir anne yeryüzünde yaratıcısını sevindirecek ne kadar iyilik ve hayırlı iş yaptıysa kendi mükafatını (cennet kapısını) tıpkı erkek gibi kendi kulluk boyutunda kazanır.
Yine kadın-erkek olsun,anne baba olarak ne kadar iman gücü zayıf, inancı zedelenmiş olursa olsun,ister dindar olsun ister dinsiz olsun ; anne-baba olarak her zaman doğurdukları çocuklardan evlatları tarafından saygı, sevgi ve yardım görmeye hakları vardır.
Çocuklar bir kavmin cennete açılan kapılarıdır,kanatsız melekleridir,günahsızlardır ve yaratıcının karşısında kıymetlidirler. Fakat o kıymetli varlıkları doğuranlar ise ; doğurduklarının saygı ve sevgisine,merhametine göre de Allah hükmünde o kapının anahtarlarıdır.
Bu yüzden Cennet annelerin ayakları altındadır.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Bilirim Siz Ölüleri Seversiniz.
Ölmek lazım sayılmak için, sevilmek için,hatalarının unutulup iyiliklerinin anımsanması için ,”şu fotoğrafta da ne güzel gülümsemiş canım benim” demeleri için.
Ölmek lazım “ya baksana nelerde yazmış bırakmış, anlatmış,satırlarında seni,beni,onu anlatmış, meğer kendisini bizden saymış,anlamamışız sessizliğin tınısını çığlıklarıyla harmanlamış, ama kimselere garibim sesini duyuramamış” demeleri için.
Ölmek lazım işte “beni ne çok severdi,ne emek verirdi, birlikteliğimiz için neler yapmıştı ben ona hak etmediği onca kötü şeyi yapmama ve canını acıtmama rağmen,bana hayata karşı dimdik durmayı o öğretmişti,şimdi beni onun gibi kim sevecek,kim çekecek,kim anlayacak ruhumu,beynimi kim düzenleyecek “diyerek ağlayanları duymak için ölmek lazım dostum…
Tıpkı sizi sevenlerin öldüğü gibi ölmek lazım işte.Bilirim siz ölüleri seversiniz,ölümü sevmezsiniz.Fakat ölüler sizi ölene kadar severler, öldükten sonra sevmezler.
Neden mi ?
Çünkü onların katili zaten sizlersiniz.Bu yüzden siz ölümü de sevemiyorsunuz işte,siz korkarsınız ölümden.
Siz yapay dünyanın kabadayıları,siz yaratıcının nefes üflediği kalbin size bahşedilen, gönderilen masum insanların sevgisini hunharca kullanıp ezerken ancak yapay dünyada celallenip dayılanırsınız. Kırarsınız,dökersiniz alemin en iyisi kralı biziz diyerek..
Kimse sizi öldüremeyecek kadar dürüstsünüzdür,yaşamayı hak ediyorsunuzdur çünkü.
İyisinizdir,hoşsunuzdur,yanlışların alayı size yapılmıştır da siz harikasınızdır.
Geceleri akıl melekeleriniz kafanıza balyozla vurur “yalan söylüyorsun ! yalan konuşuyorsun ! sus artık yalan konuşma,neler yaptın bir baksana ” diye diye geceleri kimseler yok iken yastıkları kucaklatıp ağlatırlar sizi içten içten.
Çünkü bilirsiniz kendinizi fakir tesellisiyle kandırmaya çalıştığınızı,kimsenin bilmediğini de sanırsınız ya biraz güç toplarsınız,aptalca uyuşturur bu sanrılar sizi.
Sabahın hayrına uyanacağınıza gecenin şerrini taşırsınız aydınlıklara.Güçlü olmak için insan kalbi kıra kıra yaşarsınız.
Ağzınızdaki dilin kıvrımlarıyla,envan çeşit yalanlara bezenerek
aptalca aktarırsınız fakir tesellilerinizi ,etrafınızda size kendini heba etmiş masum varlıklara.
Siz ölüleri seversiniz işte.Onlarda zaten siz onları bu şekilde seversiniz belki diye ölmek istediler…Siz dünya gözüyle sevmediniz ,kalp hakkını vermediniz diye yaratıcılarının şefkatli kollarına sığınmak için,sağlıklı halleriyle her gün çektirdiğiniz duygusal acılar yüzünden ölmek için dua ettiler..Gün gün eridiler,kimi üzüntüden hastalığa kaldı sırasını bekledi,kimi
kalbinde alacak hesaplarıyla onca acı ve ızdırapla yaratıcısına kavuşmak ümidiyle kendi kararıyla çekti gitti..
Zihnini yokluyorsun ve gülüyorsun değil mi ? “Çok şükür diyorsun olmadı öyle bir şey..Belki de sen farkında değilsin olacak..Etrafına bir bak,sorgula,yokla bakalım..
Sırasını bekleyenlerin değil de kendi kararıyla bu yaşamdan çekip gidenin, ya da gidecek olanın suç ortağı sensin işte ..Söylesene kaç tane kırdığın kalp var,kaç tane kalbinin içine akıttırdığın göz yaşı döken insan var ?
Sırada kaç tane ölmek için dua eden var ?
Ya da seni ölümüne sevdiğini söylerken,yaşamın getirdiği ağırlıkları varlığınla unutmaya çalışan,seni kendine anlamlandırırken yaşam enerjisini sana boşaltan,elinde tuttuğun,kandırdığın kaç kişi var ?
Kötü hallerini gördüğün halde görmemezlikten geldiğin,
Sevginden kollarından mahrum kaldı diye sağda solda şefkatli kol arattırdığın kaç sevgi açı masum var ?
Sana ihtiyacı olduğunu söylediği halde işim var diyerek keyfe aleme dalmaya gittiğin duymamazlıktan gelerek ağlattığın kaç kişi var ?
Sevgisizlikten delirttiğin için intiharın kollarına kendini bırakan, masumken günahkar ettiğin daha kaç can var ?
Siz ölüleri seviyorsunuz işte ,ancak öldükten sonra keşkelerle ağlıyorsunuz arkalarından başka yaptığınız bir bok yok.
Ancak kendinizi seviyorsunuz,gariban kalpleri paraya tapan yanlarınızla katlediyor gönderiyorsunuz hastalıklara ve ölüme.
Geceleri halen akıl melekelerin geliyorsa ,sana hatalarını yüzüne vuruyor ayna oluyorsa çok şanslısın.
Sırf sen onu bu dünyada sevmeyip,ezdin diye ölmek isteyen onca masum can var ya ; direne direne artık o gece akıl melekelerini görememiş duyamamışlardı.
Kalk geç olmadan, bak aynaya ve vur o bencil,egoist korkak suratına !
Ardı ardına vur tokatları.Hani yaratıcının nefes üflediği kalbin sana bahşettiği gönderdiği o masum insanların sevgisini hunharca kullanıp ezdin ya; işte onun için tükür o kertenkele suratına ve ağlattığın kalpler için ağlayarak af dile yaratıcından..
Unutma aslolan ölüleri sevmek,öldükten sonra sevmek,kıymet bilmek,kendini bir mezar taşına konuşarak affettirmek değildir .
Aslolan diriyken kıymet bilmektir,diriyken üzmemektir,diriyken incitmemektir,diriyken sevmektir,diriyken yarasına merhem olabilmektir,göz yaşını silebilen yakın bir el olmaktır,iki elin kanda da olsa ona koşturan ayak olmaktır,eksiğini tamamlayabilmektir. Hatalar insan içindir, olur da göz yaşını akıttıysan diriyken ağlattığından af dilemektir.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Narsist Burjuva Nöbeti
Hep duyarım. Aldığı eğitimin kalitesinden, yaşamının en sefil ve ezik döneminde, döneminin burjuva rüzgarından etkilenmiş ,kabul edilememe korkusuyla, okuduğu kitap sayısından, dinlediği müzik tarzına kadar, kendini entel dantel kariyer zirvesinde görüp, toplumdan soyutlayarak yaşamış, kendini bilgelikle etiketleyerek kendinden başkalarını beğenmeyerek yaşamış insanlara her zaman çok üzülmüşümdür.
Çünkü yaşam seçtikleri çizgide otomatikman yalnızlığı kendilerine hediye etmeye başlar ve kendilerini soyutlayarak kalite olarak ayırsalar da her insan gibi onlar da vesvese denilen illetin kucağına düşerler.
Narsist bir duygunun esiri olduklarından ötürü bulundukları durumu da kabullenemiyorlar, topluma uyum sağlayamadıkları için de kendilerini tedavi etmek için mutluluk ustalığına soyunuyorlar.
Geçmişlerinden getirdikleri bilgilerle dışladıkları toplumun bireylerine bilgece tutunmaya çalışıyorlar. Beni üzen tarafı bu.. Sanırım mutsuzken topluma mutluluk ustalığı yapmak ve bilgelik taslamak da böyle bir şey…
Mutlu bir varlıksan; toplumun sana ihtiyacı vardır, onları dışlamadan, ezmeden, sınıflandırmadan mutsuzluklarına odaklanabilirsin..
Fakat mutsuz isen özünle yüzleşerek önce kendi iç dünyanın mutluluğunu inşa etmelisin. Biraz inziva biraz da inşirah..
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Hasta Dünya İnsanı
Davranışı her ne kadar bilinçdışı belirlese de zihinsel sağlık sorunlarıyla mücadele eden insanların artık kendilerini kamufle etme ihtiyacı duyduklarını gözlemliyorum…
Bu durum bizim ülkemizde daha berbat bir durumda. Ağlayana “ne kadar da zayıfsın ,çok gülene sen iyi değilsin” diyen bir toplumuz. Dil düşünceden daha çok tehlikeli diyebilirim. Düşünce zihnin derinliklerinden gelirken zihinde kalırsa bir sakıncası yok da dile dökülürse dil kötü düşünceler için potansiyel tehlikedir.
Atalarımız boşuna dememiş “eline, diline, beline sahip ol” diye. Ama dinleyen nerdeee?
Acaba insanların dilleri olmasaydı sadece beden diliyle anlaşabilirler miydi?
Neden anlaşamasın ki,üstelik Dünya üzerinde kullanılan bir işaret dili bile mevcutken .
Neyse …
Konumuz; bu dünyada ki hayatı güzelleştirecek insan tipleri. Dünyamızın uzun zaman öncesinde altın çağ denilen döneme girmişliği vesilesiyle şu zamanlarda onlardan bahsetmemek tabi ki olmaz.
Ruhsal olarak uyanmış ve ruhsal olarak gelişmiş telepatik iletişimin çalışma şeklini kavramış, spiritüel tekamüle ermiş, kozmolojik seyahati başarmış 3 cü boyuttan 4 cü boyuta geçerek bilgiye erişmiş yüksek titreşimli insanlar.
Sayıları çok az olsa da hasta olan dünya insanını düşünsel, moral ve ruhi destekle yaşamda tutmaya çalışıyorlar. Ne güzel değil mi ?
Buraya kadar kulağa hoş manzaralar.
Dünya insanı ise gerçekten hasta,sürekli bir umutsuz,sürekli bir şüpheci,uyumsuz,iyilik kabul etmez tavırlar,asabiyet,oto-kontrolsüz,negatif enerjilere meydan okuyacağına sürekli bir olumsuzluklara teslimiyetçi,acınası küçük Emrah tiplemeleri,Halil Sezai’den incir reçeli isyaaaan tiplemeleri,böyle sürekli uyuşmak ve uyumak talepleri,morfinsel arzular,alkol şişeleriyle dans etmeler,votka ile yapay enerjilerin çiftleşme sahnesinden patlayarak çıkan,nirvanada küfrün 7 kategorisiyle kafa arama havaları derken bonzailer,pembeler,şekerler,sentetikler bunlardan bahsederken bile yüzüm buruştu ?
Fikirler,anılar veya uyarıcılar bilinçli zihnin dayanma gücünü aşacak şekilde bunaltıcı veya uygunsuz hale geldiklerinde bastırılıyorlar.İç güdüsel itkilerimizin yanına,bilincin erişemeyeceği şekilde maalesef bilinçdışımıza depolanıyorlar.Bilinçdışı dediğimiz ise insanın düşünce ve davranışlarını sessizce yönetmeye başlıyor.Bilinçli ve bilinçdışı düşünceler arasında bir fark vardır.İşte o fark her ne ise dünya insanında ruhsal gerilim dediğimizi doğurmaktadır..Dünya insanı iç dünya ve dış dünyanın karmaşasında suçluluk ve yetersizlik duygusu ile kendini cezalandırma dürtüsüne kapılmış durumda.Ruhsal gerilimin esaretinde kalan hasta dünya insanı,bu sebepten sürekli bir hareketlilik halinde yaşıyor,istem dışı dürtülerle de ruhsal ve bedensel olarak boşalım kanallarını zorlamaya başlıyor.
Pskilojiye göre İtkiler davranışlarımızı yönetir,bizi temel gereksinimlerimizi tatmin etmeyi vaat eden seçimler yapmaya yöneltir.İtkiler sağ kalmamızı garanti ederler.Yiyecek ve suya gereksinim,türümüzün devamını garanti eden seks arzusu,sıcaklık,korunma ve arkadaş bulma ihtiyacı gibi.
Yukarıdaki paragrafta sürekli bir umutsuz,sürekli bir şüpheci,uyumsuz,iyilik kabul etmez tavırlar,asabiyet,oto-kontrolsüz diyerek bahsettiğim hasta dünya insanını anlayabilmek için insan zihnindeki katmanların görevlerini iyi bilmek gerekir.İnsan zihninde bilinç,ön bilinç,bilinçdışı olmak üzere 3 katman varken diğer yapısında da ego,Id ve süperego denilen katmanlar mevcuttur.Hasta olan bir dünya insanı ise bu katmanlarla ilgilenmez istem dışı dürtüleriyle ruhsal ve bedensel olarak boşalım kanalı arayışına başlar.
Hayır hayır düşündüğünüz gibi değil.Kesinlikle hasta dünya insanını psikiyatrik ilaçlar düzeltemeyecektir.Nasıl ki alkol ve uyuşturucu kullanan kişilerin beynindeki Alfa – Beta – Gama – Delta – Teta frekansları kapalı oluyorsa,psikiyatrik ilaçlarda frekansları kapatır.İşte tam da böyle durum da ilaçlar yerine ruhsal olarak uyanmış ve ruhsal olarak gelişmiş telepatik iletişimin çalışma şeklini kavramış,spiritüel tekamüle ermiş,kozmolojik seyahati başarmış yüksek titreşimli insanlar devreye girmelidir.
Bana göre dünya içi yaşamda psikiyatrik ilaçlarla ruhların perdeleri sonsuz bir karanlığa mahkum edilmektedir.Hastalığın ilk evresinde bilinçli olan insan ruhu aslında bilginin ve ruhsal kimliğinin farkında olsa psikiyatrik ilaçlara sığınmadan kendini iyileştirebilecek güce sahiptir.Nasıl mı ?
Makro ve mikro kozmos (Evren ve İnsan) kavramını öğrenerek.
Çünkü İnsan mikro kozmos; Kozmos Makro İnsan’dır .
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Spirituel Tekamül
Dünyaya kan, savaş, açlık, vesvese, fitne, hastalık ve kötülük getirenler kadar, unutma dünyaya barış, sükûnet, huzur, şifa, mutluluk, neşe ve iyilik getirmekle görevli olanlarda var.
Bu görevlilerden biri neden sen olmayasın ki. Belki de henüz ruhunun evrendeki var oluş amaçlarından ve vazifelerinden bihabersin.”Peki ama nasıl olacak bütün bunlar” diye soranlar görüyorum hep.
İyilik ve kötülük savaşırken, dünya tektonik titreşimlerle insanlığa mesaj yollarken sen dünyanın sonunun geleceği günü oturup seyretmekle sadece kötülüğe katkıda bulunmuş olursun. Bunun bilincinde olmak bile bir katman ileri adım atmaktır.
Yaşamında yer alan bir kötüyü ve doğabilecek kötülükleri mağlup etmek mi istiyorsun ?
O halde yaşamının içinde barış, sükunet, huzur, şifa, mutluluk, neşe ve iyilik barındıran davranışlarını bütünün hayrına çoğaltmalısın.
Buna engel teşkil eden komşun ya da arkadaşın ya da meslektaşın ya da çok sevdiğin birisi karşına çıkarak iyiliklerinin gücünü kırmak amaçlı ne söylerse veya ne yaparsa yapsın, fark etmez sen akıl ve kalp çerçevesi içinde kalarak seçtiğin tarafın yolunda hizmet etmeye devam etmek zorundasın.
Senden istenilen tek şey koşulsuz ve tereddütsüz sadece kendin olmandır.Sana gönderilen sevgi enerjilerinin kıymetini bilerek,aynı zamanda benliğinle bütünleşerek sende koşulsuz sevgiye hizmet etmelisin.
Bir süre sabırla oluşturduğun iyilik ve sevgi çemberiyle yaşamında var olan kötüleri ve sana yansıyarak çevrene dağılan kötülüklerin yönünü değiştirebildiğini göreceksin.
Ve içindeki öz ruhtan zaman zaman sesler duyacaksın.Yani iç sesin bir sonraki atman gereken adımını yine sana bildirerek yönlendirecek..
Şunu da ilave etmek gerekir ki ;İnsanların “iç sesim beni yanıltmaz” diyerek yanılmışlığı da maalesef mevcuttur.İşte buda yorgun bir zihinden ve stresten ötürüdür.
İyiliğin hizmetkarı olmak için zihnini ve bedenini sürekli tazelemek zorundasın.
Bilinçli ve uyanık bir zihninin olması ise yine sana bağlıdır.
Herhangi bir düşüncenin etkisinde olmadan sakinleşerek iyi kötü tüm düşünceleri aşmalısın.
Şöyle ki ; bir düşünceye odaklandığımız an zihnimizden içeriye doğru, düşüncenin ötesindeki öz benliğimiz olan bilincimize yükleniriz, buna çoğumuz derin düşünceye dalma deriz.Diğer adıyla yani kontamplasyon.Bu durumda zihin hem konsantrasyon hem kontamplasyon evresinde iken öz benliğimiz olan bilincimiz aşırı efor sarf eder ve zihin yorgunluğu yaşarız.İşte bu yüzden zihnimizi ve bedenimizi yenilemek için sükunete,sessizliğe ve huzura ihtiyacımız olduğunu unutma.
Sürekli aktif olan bir zihinle bir süre sonra enerjilerini kontrol edemez,şeffaflık ve berraklık ile yaratıcılık evresine geçemez,bunun sonucunda da zekanı kullanamayacak hale gelirsin.Enerjilerini kontrol edemeyenler ise oluşturdukları iyilik ve sevgi çemberini muhafaza edemeyerek kötü enerjilerin etkisine maruz kalıp kötülüklere katkıda bulunmaya başlarlar.
Kötü enerjilerin ne olduğunu artık tüm dünya bilmekte bunu yeniden açıklamayı gerek görmüyorum.
Benim burada anlamanızı istediğim şudur ; Öncelikle kendi dünyasına ve dış dünyaya barış, sükûnet, huzur, şifa, mutluluk, neşe ve iyilik getirmek isteyenlerin, derin düşüncelerden ve stresten yorulan zihinlerinin düşünceyi aşma tekniklerine ihtiyaçları vardır. Birleşik alan teorisi yardımıyla düşünceyi aşabiliriz,bunun bir çok yöntemi olduğu gibi,çok basit ve aynı zamanda fazla zamanımızı almayacak olan, her gün 20 dakikalık derin dinlenme teknikleriyle zihnin ötesine geçip düşünceleri aşma becerimizi arttırabiliriz.
Birleşik alandan çıkan doğanın dört temel kuvveti vardır.Bunlar çekim, elektro manyetizma, nükleer kuvvet ve radyasyondur.Bütün bunlara birleşik alan kuramıyla (Teorisiyle) bakarsak farkına varacağımız sonsuz zeka ve enerji kaynağına ulaşabileceğimiz de bir gerçektir.
Dünyaya barış, sükûnet, huzur, şifa, mutluluk, neşe ve iyilik getirmekle görevli olduğuna inanıyorsan bu görev sadece talep edip istiyoruz demekle olmuyor maalesef.
Her birimizin yaratılışımız için sorumluluk alması gerekiyor.Bunun içinde iyilik kavramlı arzuladığımız dünyayı yaratmamızı engelleyen her şeyi temizlememiz gerekiyor.
Bu evrende tamamen aydınlanmış ruhi varlıklar olamasak da dünyada sadece spiritüel tekamül ile ilgili görevlerini icra etmek ve diğer ruhi varlıkların spiritüel tekamülüne yardımcı olmak için yaşayan aydınlanmış ruhi varlıkların olduğunun bilincine varmalıyız.Onlar dünya insanının spiritüel manzaralarından nefret etmekteler ve şiddetle spiritüel tekamüle ihtiyacımız olduğunu belirtmekteler.
Çünkü spiritüel tekamül sayesinde bireyler kendilerinin, başkalarının ve dünyanın yararları için yeteneklerini kullanmaya başlayacaklardır.
Yaşadığımız evren işte biz insanlara bu yönde gönderilmiş mesajlarla doludur.Önemli olan aklımızı ve zekamızı kullanarak,o mesajları okurken kelimelerin arkasındaki anlamı okumaya çalışmamız gerektiğidir.
Belirli bir frekansa geldiğimizde dünyaya daha faydalı olabileceğimiz için, bu okuma eylemi esnasında kalbimizin beynimize nüfuz etmesi gerekmektedir.
Bizim algılayabildiğimiz,içinde yer aldığımız boyut 3 cü boyuttur. Görsel zekamız ve beynimiz 3 boyuta göre şekillenmiştir.Bütün bunları 4 cü ve 5 ci boyuta hazırlık olarak düşünün.
Çünkü sonu gelecek sandığınız dünyanın sadece 3 cü boyutu sona erecek.4 cü ve 5 ci boyuta titreşim ve frekanslarla ulaşmak dünyamızın altın çağa girdiği şu dönemlerde artık sizin elinizde.
Sevgiyle ve şefkatle kalın…
Her Bilgi Doğru Bilgi Değildir
Artık şunu biliyorum ki ; dünya denilen yerde doğru bilgilerin akıtıldığı insanlar var ki; onların çoğunluğu bir kaçı dışında gerçekten susuyor,cehalet bu yüzden konuşuyor.
İnsan denilen canlı gündelik yaşadığı yaşamında koca bir tiyatro izleyerek kötüler tarafından uyuşturulurken,bu insanlardan sadece şuurlarının üstüne geçebilenler,auraları geniş olanlar ve kötü enerjiden arınabilenler,temizlenebilenler bilgi akışının devamı için bilgi merkezince bilgilendirilmeye devam ediliyor.
Gündelik yaşam tiyatrosuyla kafası meşgul edilen insanların bu yüzden bildikleri kendilerine yetmiyor.Bildikleri kendilerine yetmiyor çünkü mutsuz, depresif, stresli ve gergin yaşamlara mahkum edilmiş haldeler.
Doğru bilgi,ancak kendisine uygun enerji ortamını hissettiği zaman doğru kişiyi yakalayabiliyor.
Bana göre her bilgi doğru bilgi de değildir aynı zamanda.
Ve ne kadar sorgularsan sorgula doğru bilgi negatif enerjinin yoğun olduğu gerilimli atmosferlerde aktif olmaz.Negatif enerji kötü enerjidir ve evrendeki bütün kötü ırklar bu enerjiden beslenerek yaşam alanlarını genişletirler.Negatif enerji aynı zamanda İnsan için radyasyon demektir ve radyasyon her canlının biyolojik olarak DNA sını nasıl bozuyorsa,sağlıklı bir bedeni 2.5 – 6 Gy ( 2 500 – 6000 mGy) dozu ile nasıl kısırlaştırıyorsa,sağlıklı zihinlere ulaşması gereken doğru bilgileri de bozar..
Ve insanlardaki gözlemlediğimiz düşüncede ki kısırlık ve kabızlık diye nitelendirdiğimiz durumların ana nedeni budur.Düşüncede kısırlık ve kabızlık yaşayan kişiler kötü enerjilerin etkisiyle hem doğru bilgiye ulaşamıyorlar hem de cehaletin çizgisinden kurtulamıyorlar.
Bazı kişilere şaka gibi gelse de ülkeler arası savaşlar, sokak isyanları, yaşanan depremler(tektonik enerji patlaması),biyolojik savaşlar sonucu çoğalan hastalıklar,diplomatik ve ekonomik krizler,mutsuz, depresif, stresli ve gergin yaşamlar ,maalesef kötü durumların yaşanmasına neden olan negatif enerjiyi daha üst boyutlara taşımış ateşlemiştir.
Bu durum DNA sı bozulmuş,düşünemeyen insan ile de körüklenmiş, toplum sağlığını ve hareketlerini etkisi altına almıştır..Sonuç olarak kendisini var edebilecek güçte olan insan,hem kendisini hem de yaşadığı gezegeni negatif enerji ile besleyerek yok edebilecek duruma gelmiştir.Çünkü kendisini negatif enerjiden korumasını bilmeyen bir canlı yaşadığı gezegeni asla koruyamaz.
Ey insan !!
Kendini ve yaşadığın gezegeni koruyabilmek için doğru bilgiye ihtiyacın var.Dünyaya üç yaşında bir çocuğun gözlerindeki ışıltı ile bakmadığın sürece bu konuda ki ihtiyacın olan doğru bilgiler asla sana gelmeyecek.
Ülkeni seviyorsan,bir ülkem olsun derdiyle çatışmalara giriyorsan, önce yaratıcının kudretine inan ve yaratıcının senin dışında yarattığı tüm yaratılmışlara pozitif enerji ile yaklaş.
İçinde öfke ve korku varken,dışından yapmacık bir gülümseme ve endişeli bir kabulleniş ile asla pozitif enerji üretemezsin.
Çoğunluğun güttüğü düşünce ve hareketler doğrudur diye bir kaide yok.Yaratıcının sana bahşettiği aklını araştırmaya ve okumaya kullan.
İnsan dünyayı yok etmeye programlanmış bir canlı bombadır aslında.. Dünyayı imha etmektense doğru bilgiye ulaşarak üzerindeki bombayı imha et.Çünkü bu senin sorumluluğun.
O zaman ülkende olur yaşamını sürdürebileceğin gezegeninde.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Ey İNSAN !!
Ey İnsan;
Hizmet üretimi sırasında ortaya konan insan kaynağıymış EMEK…
Adem’in de en değer vermediğidir aynı zamanda…
Ve İnsanı yıldıran,bezdiren,şevkini kıran ve kolay kolay düzeltemeyeceğimiz sorunlardan biri de bu…
Sizler de yaşadığınız yaşamda emek verdiğiniz ve insanlık için ürettiğiniz elle tutulur, gözle görülür somut olsun,soyut olsun varsa emekleriniz mutlaka İnternet dünyasını tercih etmektesiniz.Bir çoğu sıradan kullanıcı iken,bir çoğunuz araştırıyor,bir çoğunuz elinizin,bileğinizin ve beyninizin gücüyle zor şartlarda üretmek için yine İnternet’i kullanıyorsunuz.Çünkü çağımız İnternet çağı ve insanlara ulaşma alanı yine İnternet.
İnternet’in kötü yanlarından çok, iyi yanlarını da düşünerek hareket ederseniz,yaşamak istemediğiniz bir şeyi karşınızdakilere de yaşatmazsanız karşılıklı üretimin hem verimini alırsınız,hem de emeklerinizin karşılığını.
Yaşamda emeklerinizin hak ettiği yeri bulmasını istiyorsanız,etrafınızda ki emek veren başka canlılara da dikkat edip destek olmalısınız..
Zincirleme bir yasadır bu..İyimser olursun,verici olursun,üretici olursun,destekçi olursun,döner dolaşır olduğun kadar sana destek olanları da,seni sevenleri de karşında bulursun.Bulamadığında yılma ve pes etme..Kötümser olma.Beklediğin kişilerden değil beklemediğin kişilerden bulacaksın..
Empati ile düşünün karşınıza çıkan hadiseleri ve kişileri.
Değer yargılarınızı empatiden sonra çalıştırın.
Kişi kendinden bilir her şeyi.
Şu dünyada kolay bir şey yoktur.Hele emeksiz hiçbir şey yoktur.
Aşk bile yoktur.
Bu yüzdendir hepimizin söylediği bir nakarat vardır ve bilirsiniz hepiniz.
“Emeğe saygı” dediğimiz sözün içeriği de bu anlattıklarımı barındırır..
Sağlıklı bir ruh haline sahip olan İNSAN vakıf olduğu bir şeyde emek olduğunu hissetmişse, beğense de beğenmese de bir bütün olarak emeğe saygı göstermelidir.
Bunu neden yazma gereği duydum bazıları için attığımız adımları,yazdığımız her satırın parantez açıklamasını da yapmamız gerekebilir,açıklayayım.
ATLAS UFO UZAY BİLİMLERİ VE DÜNYA DIŞI YAŞAMI ARAŞTIRMA MERKEZİ nin kurucusu arkadaşımız,insanlık için haddinden fazla emek vererek,aklınızın alamayacağı bilgileri canlı olarak İnternet aracılığıyla öyle kendi görüntüsüyle falan da değil,uzayın bilmediğimiz derin boşluklarından görüntüler alarak hiç bıkmadan,fotoğraflara ya da anlatımlara kimse inanmaz diyerek canlı olarak kendi sesiyle cihazlarıyla çekimler yaparak bizlere taşıdı aylarca.
Kötü enerjilere maruz kalsa da yılmadı.İşte bu emektir.
Halbuki bu yayınlar ciddiye alınırsa bir çok araştırmacı yazara da kaynaktır aynı zamanda.
Fakat sırf bu değindiğim konu yüzünden arkadaşımız çalışmalarını durdurdu.Ve bu araştırmaları destekleyen,bu araştırmalara katılan bizleri de maalesef bu durum oldukça üzdü..
İnsanlık için hiçbir ücret almadan bu şekilde emek harcayanlarınız var ise bunun ne demek olduğunu iyi bilirsiniz.
Ne kadarınız ciddiye alır bilmiyorum diyorum,diyorum çünkü bu durumdan bir tek o arkadaşımız değil bir çoğumuz muzdarip durumdayız.
İnsanı yıldıran,bezdiren,şevkini kıran ve kolay kolay düzeltemeyeceğimiz sorunları şu faydasını gördüğümüz İnternet denilen alanda yaşamamak ve birbirlerimize yaşatmamak dileğiyle diyorum..
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Dört Milyon Yıl Önce Kimdiniz ?
“Tanrı,Allah,Yaratıcı güç”
İnsan evrenden alabileceği bilgiyi inanmadığı sürece hiçbir zaman alamaz. İnanmaya başladığı andan itibaren bilgi akışı başlar.
İnsanın yaratıcı güç hakkında alabileceği bilginin bile sadece belirli bir yüzdesi vardır.Bu sebeple “insan her şeyi biliyorum” dese de aslında her şeyi bilmediğinin farkında bile değildir.Ruhumuzun cinsiyeti yok.
Ve her birimiz yaratıcı gücün bir parçasıyız.Bu yüzden Ruh bilgiyi aktaran enerjinin ta kendisidir.Buna inanmaya başladığımız andan itibaren sezgilerimiz açılır.
Beynimizde sezgilerimize yardımcı olan ve bu görevi üstlenen minicik bir organımız vardır.
Epifiz bezi ya da diğer adıyla pineal bezi veyahutta üçüncü göz dediğimiz o küçücük organ hissettiklerimiz hakkında bizi araştırmaya zorlar.
Eğer ışık ve karanlığı iki uç düşünürsek,ışıktan karanlığa doğru oluşturulmuş sonsuz bir havuzdadır ulaşmaya çalıştığımız bilgi.
Bu bilginin belirli bir yüzdesine,yani izin verildiği kadarına erişmiş olanlar öncelikle Tanrı’ nın istediği gibi Tanrı ile bir olmayı,birlikte olmayı kabul etmişlerdir ve yüksek benliği kavramışlardır.
Ruhsal evrimlerini tamamladıktan sonra da ruhsal olgunluk aşamasına geçmişlerdir.
Yaratıcı gücün gezegenimizde ayakta tuttuğu muhteşem bir sistemi var.
Sistem “Sevgi” ile işliyor.Bu sistemin temel ilkesine aykırı olanlara ise perde hiçbir zaman açılamamaktadır.
Ruhlarımızda denge ve şefkat olmazsa yaratıcı güçten ruhumuza kim olduğumuza dair bilgi aktarımı ve kaynak maalesef gelmiyor.
Ruhumuzun cinsiyeti yok ise ve ruh bilgiyi bedenler arası aktaran enerjinin ta kendisi ise ve her birimiz yaratıcı gücün bir parçasıysak düşünsenize 4 milyon yıl önce kimdiniz ?
Sevgiyle düşünün…
Kedinin Ruhumla İlişkisi
Kedi acıkınca miyavlıyor.Gidip kedinin önüne yemeğini koyuyorum.Kedi yemeğini yerken sevgiyle bakıyor gözlerime.Yemeğini bırakıp gelip avuçlarımın içine kafasını sürtüyor.Patilerini kaldırıp omzuma yerleştiriyor.Kafasını okşuyorum.Usulca gidip yemeğini yemeye devam ediyor.O yemeğini yerken eski kedim geliyor aklıma.
Kendi halinde sabahtan akşama kadar çalan radyoda bir şarkı başlıyor.
“Zalim kader yine ördün ağlarını,bitsin yeter ! Hak etmedim ayrılığı”
Boğazım düğümleniyor.Kedi hissetmesin diye bir köşeye geçip sessizce ağlıyorum.Şarkı bitiyor inadıma çalıyor sanki Sezen Aksu.
“Tut ki karnım acıktı anneme küstüm,tüm şehir bana küstü.Bir kedim bile yok anlıyor musun ? Hadi gülümse”
O gülümse dedikçe sesimi kısa kısa daha da çok ağlıyorum.
Eski kedim için mi ağlıyorum,yoksa bir kedi yüzünden kaybettiğim senin için mi…
Yoksa senin yüzünden ölen kedim için mi…
Şarkılar çaldıkça anlamsız bir durum kafesliyor ruhumu.
“Şu kedi kadar sevmedin beni” demelerin aklıma geliyor.
Bir kediyi kıskanarak öldürüşünü ve sonra çekip gidişini düşündükçe öfkeleniyorum.
Seni de bir kedi kadar sevmiştim oysa.
Ama sen bir kedinin önüne yemeğini koyar gibi tenimi önüne koymamı istedin hep.
Şimdi düşünüyorum da, şayet senden payıma düşen sevgi, önüne koyduğum yemek karşılığında düşecekse,bil ki kediler karnı açken de tokken de seviyordu beni.
Buna sevmek diyorsan gör ki tıpkı kedilerin beni sevişi gibi demek ki ben de çok sevmişim seni.
Fakat sen kedi gibi sevmiyordun beni.
“Düşün beni düşüneyim seni,sev beni seveyim seni” gibiydi senin sevgi anlayışın.
Bu arada hani sebebi olduğun,uzunca bir zaman beni terk etmeyen o gerilim baş ağrılarım vardı ya,senden sonra yok oldular.Üzülebilirsin.
Şimdi bak sessizce ağladığım için olsa gerek yada eski kedimi kıskançlığından zehirlemiş olduğunu hatırladığım için olsa gerek,yada anımsadığım sen olduğun için yine başım ağrımaya başladı.Sevinebilirsin.
Olduğum yere uzanmak zorunda kaldım,baş ağrım geçer umuduyla gözlerimi kapattım.
Şimdi yanımda olsaydın kesin şunu da derdin “şu nankör kedi için ağladığın kadar ben ölsem ağlamazsın”.
“Keşke kedinin yerine sen ölseydin” demek geliyor içimden.Sonra “Tövbe” diyorum .”Allah versin hakkını” diyorum.
Ben bunları düşünürken,karnını doyuran kedim yatağımın üstüne çıkıyor, bacaklarımın üstünden yürümeye başlıyor.
Sanki bilir gibi,ağrıyan başımın üstüne göğüs kafesinin tüm sıcaklığını vererek yatıyor.Birde nankör derdin kedilere.Kıskanıyorsun biliyorum.Kıskan.
Şu kedi kadar sevmedin beni diyordun ya,acaba şu kediler kadar beni anlamadığın için, ruhumu göremediğin için olabilir mi ?
Bunları benim düşündüğüm kadar düşünmeni isterdim.
Bil ki kedinin ruhumla ilişkisi senin tenimle olan ilişkini tek geçer.
Fitnesi Pisliği Artan Dünya!
Anlarım ki, işgüzar Deccal’in İslamiyet ve Müslümanlıktan rahatsızlığı sonucu,dünyada ki her hesap,her oyun ve kurulan kumpaslar kainatta oluşturulmaya çalışılan bu nefret, İslam ülkeleri ve Müslümanlar içindir.
Doğu,Batı,Güney,Kuzey fark etmez bu dünyanın her tarafında çocuk,her daim çocuktur.
? Fitnesi,pisliği artan dünya, senin suçun olmasa da,
son denen yere dünyalıların büyük çabalarıyla yaklaşıyorsun galiba.
O Güzel Gözlerin Var Ya Kainat Demek Aslında
DERDİNİN GAMINI O’na BIRAK
https://www.youtube.com/watch?v=ye6-tHDr-0E
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
ADAMIN DİBİ MÜJDAT GEZEN
Adamcağıza vaktiyle etmediklerini bırakmadılar.Levent Kırca ile beraber yol arkadaşlığı yapan Müjdat Gezen’e vatan haini bile dediler.Sırf memleket aşkıyla,kendi vatanlarında halkın büyük bir çoğunluğunun sempati duyduğu bu adamların Atatürk sevdalısı oldukları için,başları belaya girsin istediler.
Onların adına sosyal medyalarda hükümeti karalayan çakma hesaplar açıldı,sanki onların ağzından çıkmışcasına halkı örgütlemeye çalışan tehlikeli söylemlerle fotoğrafları yazılarla donatıldı,ve akıllıyım diye geçinen,bildiği kendine yetmeyen,her gördüğüne atlayan o çok sanat sever halk bu iki adamı tabiri caizse itin götüne soktu.
Şimdi kahraman polis şehidimiz Fethi Sekin’in çocuklarının eğitim masraflarını üstlenince de;
“Oww adamın dibisin,adamsın işte.Helal olsun sana Müjdat Gezen”.
Bu davranışı Levent Kırca’da yapardı kesinlikle.O vakit yerin dibine geçirdiğiniz Levent Kırca’da adamın dibi olur muydu ?
Nasıl inciniverdim olduğum yerde.Her şeyden önce topluma ışık tutmaya çalışmış,her şeye rağmen bir özür hak eden,sanat adamlarına karşı bu nasıl bir pişkinlikti,yalakalıktı.
“Keşke Levent Kırca’da sağ olsaydı da görseydi yol arkadaşına söylenenleri” dedim içimden.”Ruhu hortlayıp da gelse ne isabet olur” dedim kendi kendime.Ya da oradan bakıyordur şimdi günahına girenlere.
Vatandaşların,şehit polisimiz Fethi Sekin’in çocuklarının eğitimini üstlenmesiyle,o davranışından ötürü Müjdat Gezen için “Adamın dibisin işte adam bu” sözlerini okuduğumda sanki Levent Kırca’nın pos bıyığından gülerek Müjdat Gezen’i dürtmeye geldiğini hissettim.
O iki yüzlü çubuk oturduğum yerde beni de dürtmüştü.Bir ucu kırgınlık, diğer ucu hüzünle karışık huzurdu çubuğun.
Ruhu şad olsun,şimdi yaşıyor olsaydı gülüverirdi yine o pos bıyığıyla…
Kesinlikle gülerken de şunu derdi ;
“Bunca yıl kalbimizdeki vatan sevgisini göremeyenlerin karşısında ne çabuk adam olduk Müjdat ?”
“Hani haindik ya biz ?”
Adamın dibi Müjdat cevaplardı.
-“Biz zaten adamdık Levent ,memleket hali kardeşim.Benim yaptıklarım her insanın yapması gerekendi,sen de yapardın adamım.”
Levent Kırca “Sor bakalım onlara” derdi adamın dibi Müjdat’a.
“Atatürk ilkelerinden vazgeçmemiş,vatan üzerindeki kirli oyunları fark etmiş,şuuru açık,algılara düşmemiş,kendini halkını aydınlatmaya adamış, o güzel güzel sanat adamlarını cemaat algılarına,düzeneklerine kurban ettiler ya ,o adamların kalbini hain damgasıyla topraklara verdikten sonra vicdanları rahat mıymış ?”
“Sor sen kardeş sor ” derdi.
Sonra komik bir yüz ifadesiyle;
Yol arkadaşı Müjdat Gezen’e bakarak kırpıştırırdı göz kapaklarını,
Omuzunu silkelerdi küçük çocuk gibi “Olsun” derdi.
“Benim bu kalbime vatan haini deseler de,sen biliyorsun Müjdat.Allah da şahit ki benim bu memleket sevdamdan,memleketimin insanından yemediğim küfür,şahsıma edilmedik hakaret kalmadı.Benim bu kalbim memleket aşkıyla atarken durdu,biz Atatürk çocuğuyuz adamım,bizim adamlığımız Atatürk’ün adamlığından ötürüdür Müjdat.Olacak o kadar söyle bunu onlara ” derdi.
Ve yine gülerdi pos bıyığıyla…
Ama o derin gözlerinden de yaş gelirdi.
Buradan çocukluğumdan bu yana derin sevgi ve saygı duyduğum Levent Kırca’nın ruhunu anarak,davranışlarıyla bugün değil her zaman adamın dibi olan yol arkadaşı Müjdat Gezen hocamıza saygılarımla diyor,siyonizmin algı operasyonlarına yenik düşerek kıymetinizi bilmeyen,cehaletiyle sizi inciten, üzen cehalet adına özür diliyorum.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
#GeçmişOlsunTürkiye #GözünüAçdaGeçirmesinlerArtıkTürkiye
Geçmiş olsun dedikçe gelip geçenden ziyade,köküne kadar geçirilen ülke oldu Türkiye…
Şimdi #GeçmişOlsunAntep diyeceğim ve Antep bunu acısından,öfkesinden hissetmeyecek .
Lakin hainler bu halkı ayaklandırıp,devlete karşı şemkirtene kadar ülkenin her şehrinde bu bombaları patlatacaklar.Her türlü eylemle karşı karşıyasınız..Ne zaman bitecek diye sormayınız.Biz bitene kadar devam edecek.
Çünkü bilindiği üzere Hibrit savaşlarına maruz kalmış durumdayız.
HİBRİT SAVAŞLARI terimini yeni duyanlar için kaynak bilgiyi burada belirtelim.
‘Hibrit savaşlarında öncelikle şunlar yapılır:
**Öncelikle hedef ülkede yaşayan ve müzahir olduğu değerlendirilen bir kısım halkın önceden örgütlenmesi ve eğitilmesi gerekir. Bunu sağlamak için hedef ülkeye istihbarat elemanları ve gayri nizami harp unsurları sızdırılır.
**Halkın örgütlenmesini teşvik etmek için hedef hükümetle ilgili karalama kampanyaları başlatılır.
**Enformasyon ya da bilgi harbi elemanlarınca hangi kaynaktan alındığı bilinmeyen gerçeğe aykırı haberlerle, hedef ülkede yaşayan bir kısım halk kışkırtılır. (BURAYA DİKKAT)
**Siber savaş unsurlarınca hedef ülke bilişim sistemlerine saldırılar düzenlenir.
**Varsa hedef hükümetin gizli faaliyetleri deşifre edilir.
Velhasıl bu bombalar,bu ölümler artık devlete karşı gelip ayaklanmanız için yapılmakta.
Ne yapıyoruz ? Devlete ana avrat saydıranların arkasına düşmüyor,onların yorumlarına bile karşılık vermiyoruz.Tanımadığımız insanlarla yazılı klavye savaşları yapmıyoruz.
Elimize,dilimize fren balata koyuyoruz.
Bu korkaklık değildir.Bu gerçekleri bilmek kadar kendini bilmektir.
Elimize,dilimize fren,balata koymadığımızda olacakları görebilmektir.
Yılların devrimcileri bile çekilmiş bir kenarda sistemin kan kaybederek kendini temizlemesini,yenilenmesini ve savaşmasını izliyorsa düşünmek gerekir.
Birde değişmeyen acı bir gerçek vardır ki ; Bugünlerden 20 yıl önceki iktidar ve muhalefet sorumludur.Artık bu ülkenin davası iktidar ve muhalefet davası değildir.Söylenecek her söz bugüne dek söylenmiştir..Boş boş konuşmak olur bu vakitten sonrası..Karalama kampanyalarına katılmak artık yersizdir.
Bu ülkenin bugün Cumhurbaşkanının kim olduğu ise şu aşamada önemli değildir.
Önemli olanın Türkiye’nin Cumhurbaşkanını planlanmış bir suikast bekliyor olmasıdır..Başarırlarsa tıpkı 13 yıldır karabasan gibi üzerine çöküp istedikleri yönde,ajanlarla kendi hesaplarına göre kullanıp, adım adım ilerlemelerini sağlayacak başka birini getirecekler.
Yani işin aslı şu ; onların dertleri tam yetki isteyen Tayyip Erdoğan’dan çok senin ÜLKEN…
Ülkemizin Fethullah gerçeğinden sonra yaşadığı son durumlara bakılırsa tabi ki tam yetki isteyecek,çünkü sağımız hain solumuz hain dolu.Gördük önce yetki alanları..Küreselcilere ve siyonizme çabuk domaldılar.
Şu bilince varmak gerekir.
………….Başkanlık mevzularının arifesinde başlasın diye çırpındıkları devlete karşı olası ayaklanmalar bumerang gibi ülkemize dönecektir…..
Bunu İnternet’te kontrol altında tutun…Fişeklemelere kapılıp kimseleri fişeklemeyin…..
Bir kıvılcım bekliyorlar..İnternet’ten insanları sokağa dökecekler.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanını devirirlerse eğer ;
bayrağımız yere iner,direği de milletçe kıçımıza girer.
Bu yüzden düşünce özgürlüğü altında devlete ana avrat saydıran köşe yazarlarının arkasına düşmüyor,onların arkasına kapılıp düşenlerin sosyal medyadaki yorumlarına bile karşılık vermiyoruz.
Bizlere düşen Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşı olarak hainlerin ekran fotosunu çekip gerekli yerlere bildirmektir.
Dersimiz:Oyun Teorisi Ve Stratejik Karşılıklı Etkileşimler
MUTLU ÖLMEK LAZIM AZİZİM
Geceleri açan bir çiçek gibiyim aslında ben..Tıpkı Kardelen çiçeğinin,üstünü örten o buz gibi karları delip de açtığı gibi.Ben de katran karası gecelerin sessizliğini delerek açıyorum ruhumun taç yapraklarını.Adımı “Gece gelen” koymuştu vaktiyle biri.”Sen hep geceleri çıkıyorsun ortaya,gündüzleri hiç yoksun” diye söylenirdi sürekli.Sonra,sonra okudukça yazdıklarımı,bana “Gece Delen” demeye başlamıştı.Çünkü geceleri çok az kişiler görürdü beni.
Sıcak ve şefkatli elleriyle tüm kök hücrelerimi okşasın diye, kokuşmuş yalnızlıklara inat,gündüzleri sadece güneşe karşı verirdim bedenimi.
Bugünlerde ise geceyi bu kadar severken,sevmediğim tüm ayazlar geceme yapışır oldu.Geceler daha bir soğuk artık.
Sanki “yeter artık açma şu yapraklarını” dercesine yerime çakıyor beni..Soğukları ise hiç sevmez benim bu bünyem.Soğuk ve Gece.Ürkütüyor beni,sevdiğim ve sevmediğim ikisi bir araya gelince..
Soğuktan ve yalnızlıktan olsa gerek,çok da uyuyasım geliyor bu aralar.Bir soğuk bile yetebiliyor beni mutsuz etmeye.Ve korkuyorum uyurken,ya soğuktan mutsuz ölürsem diye.
Kendime kahve yaptım şimdi.Gece mavisi bir kupam var elimde,üzerinde beyaz ışıldayan yıldızlar.Sanki kupa değilde gök kubbe.
Bir kaşık gece,bir kaşık aşk ve alabildiğine hece..
Kahvemi yudumlarken şu an seni duyuyorum mesela “aaa o ne biçim laf ağzından yel alsın,yakışıyor mu hiç ölüm kelimesi sana ” diyorsun.
Bunları demeyi lütfen bir kenara bırak artık.Dünyaya direk mi kalacağız ki ?Bari iki dakika realist ol..Üstelik aklıma gelmişken; hani bu ölenlere hep bir ağızdan “ölüm sana hiç yakışmadı” diyorsunuz ya,bu ölümün yakışanı da ne demek yahu?
Çok saçma değil mi ? Gıcık kapıyorum bu hareketlerinizden.
Bak şu insanlara açlık yakışıyor, mutsuzluk yakışıyor,acı yakışıyor,hüzün yakışıyor,kaygı yakışıyor,yalnızlık yakışıyor,hastalık yakışıyor da bir ölüm mü yakışmıyor ?
Hem bırak Allah aşkına, bu dünyada ölüm çocuklara yakışıyor da bana mı yakışmayacak ?
Üstelik çocuklar ölünce hiç olmazsa melek oluyorlar.Ben ise tam uyku haline girmiş,vakti geldiğinde dirilmeyi umut eden,belki de bir hastane de,bilime katkı da bulunmak adına seçilmiş mezarsız bir kadavra olacağım.
Belli mi olur bir patlama anında kimliksiz de,kimsesiz de ölebilirim.Yada bir kadına şiddet davasında..Yada bir trafik canavarının kollarında.
Tabi ya uykum da bile,bir anda epilepsi krallığının prensine yenik düşüp ölebilirim mesela.
Hadi seçip beğenelim mi en yakışanından ?
Dünyanın türlü halleri var,her şekilde ölebileceğin gibi,uykunda da ölebilirsin.Uyku zaten yarı ölüm hali demek değil midir ?
Hayır düşündüğün gibi ben aslında ölmekten korkmuyorum da…
Ben uyurken ya İlhamettin gelir de “bak şerefsize uyumuş” diyerek ilhamlarımı alıp başkasına verirse. İlhamettin’in hemen ardından ya Azrail gelir de beni uykumda kendine aşık edip götürürse… Tabi sen düşünme benim gelecek İlhamettin’i mi,Azrail’i mi ..Onlar benim kelebek kanatlı düşüncelerim.
Şaka bir yana da evet ben bu gece de uyumayacağım…Çünkü biliyorum ki güzel ve naif yaralı yürekler,gecenin karanlığına gizlenirler.Belki yine naif bir yüreğin çığlığı ulaşacak kulaklarıma…Hem uyursam duyamayabilirim.
Yazık değil mi beni o naif yüreğin çığlıklarıyla buluşturan gecelere..Araya gidecek bu güzelim sessiz geceler,kevgirden süzülen heceler..
Hem uyursam,bir daha yaşayamayabilirim gecenin sessizliğini,güzelliğini…Bunlardan mahrum kalabilirim.
Mesela gece uykumda ölürsem;etrafımı yanıltıcı ve gerçek dışı sahte sesler kaplayacak.
Canımın acısından uyuyamadığım günler de,ne iç sesini,ne de dış sesini duyamadıklarımın sahte sesleri o sesler.
Çok gürültülüler.Duymak istemiyorum.Anlaşılacak ve çekilecek gibi değiller zaten.Aynı gündüz gibiler..Ben ki gürültüyü hiç sevmem..
Bana yaşadığımı anlamam için, incitilmiş yüreklerin,dışarıya duyuramadıkları güzellik dolu iç sesleri lazım azizim…Kulağını verirsen dilden dökülenlere acının dibine gidersin. Kulağını verirsen kalplere, o vakit güzelliklere gidersin.
Kulak vermek lazım kalplere.Gündüzleri bütün kalpler gürültünün içinde hoyrat,asabi,çılgın,bezgin ve savaşçı.O beni güzelliklere götüren sesler ise hep gecenin içindeler.
Gel de bu dibine kadar naif yürekleri saklayan sessiz ve karanlık geceleri sevme..
Bu arada uyumuyorum diye,kendimi teselli ettiğimi,ölümü teğet geçtiğimi,Azrail’i sevmediğimi de düşünme sakın.
Belki uykusuzluktan ölmeyebilirim ama,elimde sayısını hatırlamadığım kahve kupasını tutarken,uykularımın ölümünü izlerken,tuhaf gelebilir fakat bütün bunlar olurken,mutlu ölmek adına büyük bir hazzın eşiğindeyim ben.
Biliyorum ölüm bir gün sizin deyiminizle bana da yakışacak,bu sebepten ölümden yana hiç tasalanmıyorum…Sende ölecek miyim diye tasalanma.
Mesela işte tam da Balzac gibi kahve içerken,en yakışanından yazı yazdığım şu masa da da ölebilirim değil mi ama ?
Zaten benim isteğimle olacak olsaydı Tanrı beni şu an çoktan almış olurdu.
Düşündüm de “Her Ölüm Erken Ölümdür” diyen Cemal Süreya’ da gitti.
“Oysa herkes öldürür sevdiğini” diyen Ramiz Dayı da gitti.
“Zaman en değerli hazineniz.Sevdiklerinizle bir aradayken sevginin, o anın mutluluğunu yaşayın.” diyen Beki İkala da gitti.Ne taş gibi babayiğit adamlar gitti..Ne kanatsız melekler gitti..Bende dünyaya direk kalmayacağım illaki.
Diyorum ki; Sende anlayıver artık,olumsuzluklara kendini kaptırıp “yeter artık dayanamıyorum,ölmek istiyorum” diye naralar atmaktan vazgeç..
Sen ölümden korkan ey korkak!! Öleceğim diye hayatı kendine de,etrafına da zehir etmekten diyorum vazgeç artık…
Zaten az bir zamanımız var.Türk filmlerinden etkilenmiş zavallı bir seyirci gibi,hasta olduğunu öğrendin diye vaktini ona buna söverek,kendini içkiye,uyuşturucuya vererek,Tanrıya gücenip de posta koyarak vaktini harcama.Vade işi bunlar,ne kadar yatırım o kadar kâr.
Gitmek için acele etme azizim, her hangi bir yerde bu söylediklerim hoşuna gitmese de,tam da yaşamayı sevdiğin yerde,gitmen gerektiği için gideceksin zaten.
Ölüm aşk gibidir azizim.Ne vakit geleceği,seni senden alıp gideceği hiç belli olmaz .
Şöyle anımsa düşün bak;onca insanlar gelmiştir yüreğine,yüreğine gelen insanlar gibi ömrün de daha çoktur ya hani gençsin bulmuşsundur hep bir bahane…Türlü bahanelerle,korkuyla kaçarsın seni sevenden,aşktan,sevmekten,sevişmekten..Hoyratça üstünü örtersin hep sebeplerin.Kafama göre özgürce takılıyorum,tadına varıyorum sanırken hayatı biri gelir çakılıverirsin yerine,kımıldayamazsın,kaçamazsın, gözlerine baka kalırsın, soluğun kesiliverir aniden.Sonra bulamazsın bir bahane, sevmeye başlarsın,sevmişsindir kaçmak istemezsin artık sevdiğinden.
Yaşamayı sevmeye başladığın an da,seni senden alıp götürmeye gelecek işte biri.Ve sen istesen de istemesen de artık aşıksındır Azrail’ine.
Vakit erken,kalplere pranga vurup daha çok iş var yapılacak derken,affetmeyi bile ertelerken,bir de bakmışsın yürekte onca kin ve nefretle kalbini temizleyemeden ölüvermişsin aniden..
Dedim ya;ölüm aşk gibidir işte.Ne vakit geleceği,seni senden alıp gideceği hiç belli olmaz.
Yaşamak da benim şu elimde tuttuğum kahve gibidir işte azizim,içtikçe tadına doyum olmaz.
Ne demiş Cemal Süreya ; Mutlu uyumak lazım azizim,Madem uyku yarı ölüm halidir.
Evet anlıyorsun bak,uykusuzluk bana bahane…Mutsuzluklarım ise şahane.
Mutlu olmak için içiyorum bu katran karası gecenin kahvesini de.
Sen mutlu et yanı başındakini mutlu uyusun.Yok mu yanı başında mutlu edeceğin kimse ?
O halde ara ve sesini duyurarak mutlu et ve onun mutluluğuyla mutlu ol.
O da mı yok ?
Desene sen de bizdensin.
Geceler bizim..Üstelik bugün de en uzun gece…
Yine gündüz bizden intikam alıyor..
Hadi yap bir kahve…Kendini mutlu et..
Bir kaşık GECE,bir kaşık AŞK ve alabildiğine HECE….
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
BEKİ İKALA ERİKLİ İÇİN YAZILMIŞTIR.
Meleklerle yaşamak adlı kitabının yazarı sevgili Beki İkala Erikli’nin öldürülme sebebi ne acı ki yazmış olduğu kitapları çıktı…Ruh hastası olan katil Sinem Koç’un verdiği ifade ise ; “Bunun kitaplarını okuduktan sonra akli dengem bozuldu. Kitaplarında meleklerden bahsediyordu. Ne meleği, kendisi bir şeytan. Başkalarına zarar vermesin diye öldürdüm” şeklinde.
O kitapları bizlerde okuduk görülüyor ki bizlerin akli dengesi gayet yerinde,”o kitap dünyada bir tek senin mi akli dengeni bozdu ey zalim” demek istiyorum.
Diğer yandan Beki İkala’nın hakkında atıp tutan 2 yıllık psikologluk eğitimi almış yeni yetme psikologlar bu vaka hakkında yorum yaparak, kendilerini insanlığa adamış,yardımsever eğitimli yaşam koçlarını tıbbın ve bilimin yanında küçük düşürerek,isim yapma ve prim yapma derdindeler.Bu da ayrı üzücü bir durum.Yaşam koçları öyle hacamatçılar gibi Allah ne verdiyse diyerek bu işi yapmıyorlar. En az dört senelik bir üniversite diplomasından başlayarak ,yurt dışı ve yurt içi çeşitli eğitimlerden geçerek onaylı kurslardan geçiyorlar.Üniversitelerde Psikoloji ve rehberlik gibi bölümler olsa da yaşam koçluğu diye bir bölüm henüz olmadığı için psikologlar bu meslek alanını hakir görmekteler.Velevki Devlet yaşam koçları için mesleki yeterlilik ruhsatı vermiş olsaydı Beki İkala Erikli’yi tıbbın ve bilimin yanında 2 yıllık psikologluk eğitimi almış olan psikologlar küçük düşürebilecek miydi.
Burada “bir insan ölmüş insan” diyorum.Hatta öldürülmüş,yaşam hakkı elinden alınmış..Öldüreni bu masum kılmaz.Gerçeği değiştirmez.Kaldı ki Beki İkala Erikli’yi çok yakından tanıyan meslek grup arkadaşları olsun,yakın çevresi olsun kitaplarını okuyan bir okuyucudan yada kendisini hiç tanımamış oldukları halde arkasından atıp tutan psikologlardan daha iyi tanırlar.
Beki İkala’nın asistanından alınan bilgiye göre merhum en son “içime şeytan girdi” diyerek kapısını çalan bir hastasına yardım ediyormuş.Evet Sinem Koç adlı katilden bahsediyorum.Şimdi yakalandıktan sonraki ifade ile Beki İkala’nın yardımını almak için başvurduğunda ki sözler arasında bağlantı kuruyorum.Kişi eğer okuduğu kitaptan ötürü akli dengemi yitirdim diyorsa bunun düpedüz bir yalan olduğu çıkıyor ortaya.İlk müracaatında yardım alma bahanesinde zaten hayır yok.Eğer ki psikologlar Beki İkala’nın kapısını çalan hastaları bilime emanet etmesini söylüyorsa tıp bilimine emanet edilmiş hastalardan da bahsetmemek olmaz.
İçine şeytan girdiğini söyleyen kişiler günümüz şartlarında metamfetamine maruz kalmış kişilerdir.Çünkü kişiler ufak bir deprasyon,bunalım meselesinde hemen psikiyatrinin yolunu tutup ilaç kullanımına başlıyorlar.Tıpkı buradaki katil gibi.Tıptan fayda bulamayınca Beki İkalaya geliyor.Zaten katilin fiziksel görünümü metamfetamine maruz kaldığını apaçık ortaya seriyor.Kilo kaybetmiş bir beden,saçlar 3 numara ve ifade verirken bile saldırgan tavırlar içermekte.Bu konu hakkında daha önce yazdığım”Bir Depresiflik İlaç Almaya Geldim” adlı yazımda bahsetmiştim.İşte o yazımdan bir kesit
“Çözüm olarak ufak boyutta bir anksiyete bozukluğu da olsa, ille ilaç kullanımı gerekiyorsa,ruhsal davranış bozukluklarının kliniklerde gözetim altında muntazam bir biçimde hasta yatışı yapıldıktan sonra çocukluk evrelerinden incelenip,ele alınıp tedavi edilmesi lazım.
Depresif durumlar,panik atak gibi rahatsızlıklar atlatan insanların ciddi etkilere sahip olan bu ilaçlarla evine gönderilmesi bence büyük tutarsızlık…
Uykusuzluk için giden bir hastaya verilen Serequel gibi ilaçların,hatta kalp krizi geçiren insanlara bile verilen Xanax gibi,Lustral gibi,Paxil gibi kaygı ve endişe giderici ilaçlar çok dikkat isteyen ilaçlardır.
Düzensiz içiminde 1 gün unutulup ertesi günü içilmesi dahilinde ilaç ters etkiye başlayarak davranış mod bozukluğuna dönüşüyor,kişi bunu fark edemiyor tabi,aile yakınları kişiyi daha rahatsız davranışlarda görmeye başladığında farkına varamıyor,ilaç içimi için daha çok baskılıyor hastayı.Düzensiz içimle yine uzun süre kullanımında ise; hasta ilaçlarını daha beter alkol yada uyuşturucu gibi ek maddelerle kullanmaya,ihtiyaç duymaya başlıyor ve halüsülasyonlar yakasını bırakmamaya başlıyor.”
Katilin “içime şeytan girdi” demesi de işte bu noktada başlıyor.Akli dengesi zaten bozulmuş olan şahıs Beki İkala’nın kitabını okuduktan sonra ondan yardım istiyor.
Şimdi ben o 2 yıllık psikologluk eğitimi almış olan tıp ve bilime güvenerek “hastalarımızı yaşam koçlarından korumak zorundayız” diyen (ismini vermeyeceğim ) o yeni yetme doktor arkadaşa sormak istiyorum metamfetamin bu kadar zararlıyken halüsülasyon gördürürken,kilo kaybettirirken,cinayet işletirken bu insanlara çok güvendiğiniz tıp neden ilaçları yazıp hastaları evine postalıyor ?
Neden kliniklerde doktor gözetiminde tedavi edilmiyor.?
Neden sabah akşam içeceksin şu gün yeniden gel diyerek toplumun içine başıboş salınıyor bu insanlar ?
Yaşam koçlarından hastaları korumayı düşüneceğinize,bir ruh hastası tarafından öldürülmüş iyilikleriyle başarısıyla,güzel davranış ve iyilik ikonu olmuş bir insanın arkasından atıp tutarak prim yapmayı düşüneceğinize sizler önce insanları tedavi etmek için kullandığınız uyuşturucu içerikli ilaçlardan koruyun.
O zaman toplumu da bu katillerden korumuş olursunuz.
İlaçları kontrolsüzce insanlara teslim edip,içti mi içmedi mi durumunu gözetmeden,ilgilenmeden salarsanız topluma, haliyle ruh hastaları tıptan umudunu keser Beki ye de gider Bekir’e de..
İnsanlara ilaçları sırf ilaç ticaretinden komisyon almak adına yazıp gönderirken malum bir ruh hastasının da gelip siz psikologları,psikiyatrileri öldürmeyeceğini ne biliyorsunuz ?
İnsanlar bilinç altlarındaki kirlilik yüzünden mutsuzlar,huzursuzlar,başarısızlar ..Bilinçaltındakileri metamfetamin içerikli,dopamin salgılasın diye verdiğiniz kokain içerikli boktan bir deprasyon ilacı mı temizleyecek ?
Yaşam koçlarını tanıdığımdan bu yana sevgi dolu ilaçsız bir dünyam var benim.İnsanları,yaşamı daha çok sevdim ben,empati yeteneğim daha bir arttı,bir çoğunun uyuşmuş algısının aksine algım daha da yükseldi.Düzgün nefes alış verişlerim sayesinde oto-kontrolüm düzene girdi.Manyetik zekamı uyuşturmadan kullanabilmeyi yaşam koçlarından öğrendim.Müzikler arasına yüklenmiş subliminal kodlarla ruhumu temizleyebilmeyi öğrendim.Düşünce gücümü kullanmayı öğrendim.
Kendimi psikolojik sorunlar için kapitalizmin köpeği olmuş tıbba kaptırmadığım için ve sevgili Beki İkala’nın kitabına sahilde bir bankta unutulmuş olarak rastladığım için,o kitaba sahip olduğum için kendimi o kadar şanslı hissediyorum ki..
İyi ki okumuşum o kitabı..İyi ki yazmış..Ruhu şad olsun.Bu kadar faydalı olan bilinçli,bilgili bir insanı acımasızca katledildiği halde bugün karalayanlar ve arkasından atıp tutanların da dili kopsun diyorum.
Ve Mevlana’nın bu sözü de bu yazımı okuyup paylaşanlara dip not olsun.
“Yol kesenler olmadıkça, lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça, sabırlılar, gerçek erler, yoksulları doyuranlar nasıl belirir,nasıl anlaşılır?
AŞK AKILLI BİR ADAMIN ELİNDE İSE
“Psikojenez prensibine göre temelde tek yanlışın var” dedi.
“Nedir o ? ” dedim
“Senin gibiler pek kimsenin işine gelmez” dedi.
“Neden ?” dedim.
“Haddinden fazla akıllısın” dedi.
“Biliyorum hiç iyi değil bu durum” dedim.
“Aptalı oynarsın ama akıllı olmaktan yine kurtulamazsın”
“Çünkü sen aptalı oynadıkça içini kurtlar kemirecek.” dedi.
Hemen ilave ettim;
“Bir de bakmışsın etrafımda bir kaç tırtıl sürüngen,kalbimi öğlen yemeği, beynimi akşam yemeği yapma niyetindedir değil mi ? ” dedim.
“Seni bu yüzden seviyorum fakat özlediğin aşka da işte bu yüzden hasret bırakıyorum,çünkü sen kendin gibi akıllı adamları seviyorsun, lakin aşk akıllı bir adamın elinde ise,sistem akıllı bir kadına göre işlemeyecektir ” dedi.
O gözlerime bakarak sigarasını yaktı,bende suratına dahi bakmadan kahvemi yudumladım.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
TECAVÜZ DE SAP-SAMAN AYIRIMI
Resmen ülke de tecavüz konusunda beyin illüzyonu yaşanılıyor.Halkın algısı zaten pelt.
Mevzu başka yere götürülmüş.Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedenle Tecavüz eden TECAVÜZCÜLERE af falan yok.
Öyle saçmalık mı olur.13 yaşında markette çalışan bir çocuğa 14 kişi tecavüz etti.Şimdi bu 14 kişi aynı zamanda evli ve mahkeme sürüyor.Bu 14 kişi o kızla evlenebilir mi ?
Bu yasa 16/11/2016 tarihinden önce daha çok yaşı tutmayan, ailesinin rızası ile yada rızası olmadan kaçarak evlenmek istemiş fakat yasalar gereği resmi haklara sahip olamamış,aynı zamanda herhangi bir engel çıkmasın,bizi ayırmasınlar diye çocuk yapmış yaşı küçük genç çiftleri kapsıyor.
Bundan evvel bazı geri zekalı ana-babalar (tövbe estağfurullah ) köylerde,doğu da ,metropol de hiç fark etmeksizin okumaya yüzü olmayan,ya da ailesi başında olmayan yaşı küçük kızları bu durumlara az mı soktular.Sonra yasa o bilincinde olmadan aile kurmaya kalkmış o erkek çocuklarını da,onlara yardım eden aile ve aile yakınlarını da çocuk istismarından ve tecavüz davasından yargılayarak gerekli cezayı verip hapse attı.
Burada sapla saman hikayesi var.O yaşı küçük evliliklerden olan çocuklara devlet el koydu.Anne ve babadan yoksun kalıyorlar.Aile olmaya çalışan yaşı küçük anne tecavüze uğramış olmasa bile kamuya düşen dava da yaşı 18 altında olduğu için mağdur olarak değerlendiriliyor,aile olmaya kalkmış 18 yaşında yada 20 yaşında bir erkek çocuğu da aile onayından destek alarak bu yasal olmayan evliliği yapmış olsa bile,zor kullanılmış tecavüz olmasa bile devlet bu tip evlilikleri 16/11/2016 dan sonra asla kabul etmeyeceği gibi bundan önceki ceza evinde bu suçtan yatanların bu yasa ile aftan faydalanıp ailesinin başında bulunmasını kadın ve çocuğunu bir arada tutmaya,mağduriyetleri gidermeye çalışıyor..Türkiye de bu şekilde çocuğunun babasını ceza evinden çıksın diye bekleyen ve çocuğunu esirgemeden alabilmek için gün sayan çok insan var.
Şayet Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedenle TECAVÜZ varsa en ağır suçlu durumunda cezalandırılacak olanlar ayrı.
Yani SAPLA SAMAN ayrılıyor.
Bana göre sapla samanı ayırdıkları sürece sorun yok.Bu çok hassas bir konu.Bahsettiğim durumları yaşayan yasaya göre zorla tecavüz olmasa bile yaşı küçük evlenip çocuk yapmış yaşı küçük kızın kocası yasaya göre çocuk istismarı ve tecavüz davasıyla değerlendirilip içeriye düşmüş ve gelmişler 24 yaşına Adam halen ceza yatıyor.Kadın ve çocuk dışarıda zor yaşamın içinde…İşte o adamları çocuklarına ve eşlerine kavuştursunlar.Diğer tecavüz davalarına işlemesin bu durum.Ve sonra da idamı getirsinler.Ben bunu makul görebilirim.
Burada çocuk ön planda ve devamında erkek egemenliği sayesinde aile düşünülürken işin özüne gelirsek KADINLARIN HAKKI VE KORUNMASI için düşünülen bir durum tabii ki yine yok..
Önerge sunulur geri çekilir,yine saçma sapan gündem.Ve zaman gösterecek tecavüze uğrayanın biz olmayacağını ne biliyoruz ki.
HİÇ UMMADIĞIM KİŞİLERDE BUGÜN GÖRDÜĞÜM ALGI,VESVESE ve….ÇORBA..
Yarasın cümlemize…
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
GÖRÜNEN BİR ÖLÜMLÜSÜN
Her konuda konuşan, her şeye karışan, herkese emreden,büyüklük kompleksine kapılan o insan ki her şeyi yapabileceğini düşünmeye başladığında,kendini o vakit Tanrıyla da kıyaslamaya başlar..
Kulların en yücesi,en ulusu,en ünvanlısı ve büyüklük yapanı da olsan,sonsuzlukla karşı karşıyasın,fakat aciz kalacak kadar da zamanın kısa.
Nedir önemli olan ?
Sahip olamadığın olmaya çalıştığın o mallar,mülkler mi ?
Başarısız olursam dışlanırım mutlaka en iyisi olmalıyım kurgusu mu ?
En önde olmak ve istediğin her şeyin sadece senin olması mı ?
En önde olabilmen için daha kaç kişinin ölmesi lazım ?
Hayalini kurduğun araba için daha kaç para lazım ?
Kaç çuval hayalin var ?
Ya da bu hayallerini gerçekleştirmek için önünde kaç yılın kalmış olabilir ki ?
Ya da hepsine sahip oldun da güç müdür gerekli olan ?
Güçlü olduğunu kanıtlamak için daha ezeceğin kaç fakir insan kolonisi lazım ?
Paran var da mutluluğun sağlığın mı yok yanında ?
Bak dışarıda güneş var.Gökyüzüne bak hadi !!
Sonra denize bak !!
Ne istiyorsun hayattan ?
Aşk mı,huzur mu,coşku mu ?
İstediklerinin adları ne ?
Söylesene !!
Sahip olamadıkça neden hep kötülük istiyorsun ?
Neden hep bela okuyor,lanet ediyorsun ?
Sonra da kalkmış “Tanrı varsa bunca kötülük niye? Neden Tanrı kötülüğe izin veriyor?” diyorsun.
Bunca kötülüğü sen ve senin gibiler şuursuzca istediniz çünkü.Ve Tanrı verdi.Neden iyilik var evrende düşünmediniz.Bir yarış başlattınız hangimiz en iyiyiz acaba ? Hangimiz süperiz ?
Hangimiz güçlüyüz ? Hangimiz zenginiz ?
Ben vereyim sana cevabı;
-“Hiç birimiz Tanrı olmadan bir bok değiliz”
Şu an bir ölümsüzlük iksiri getirseler,deseler ki bu iksirden sonra sen artık bir Tanrı kadar ulusun deseler,bu uğurda her şeyini hiç düşünmeden feda edeceksin değil mi ?
Nedir bu büyüklük merakın ?
Nedir bu ululuk mertebesine erişme çabaların ?
Nedir bu insanları küçümseme,ezme telaşın ?
Aşk sana küsmüş,”kahru perişan ol” diyor sana,huzur elini çekmiş yanaşamıyor,şaşkınlıkla seni seyrediyorlar.
Hadi hiç gitmeyecekmiş gibi,ölmeyecek bir ölümsüz gibi davranmayı kes artık.Tefekkür et..Sonra da tevekkül.
Şu kadarcık bir zamanın kaldı.
Zaten yarısını bitirdin.
Geri vites atmayan o saat senin için de ilerliyor.
Tanrıya kafa tutmayı bırak..Çünkü sen Kabil’den de türemiş olsan görünen her ölümlü gibi,görünen bir ölümlüsün bunu hiçbir zaman unutma.
Görünmeyen sadece enerjin..
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
AKIL SAVAŞLARI
Eğer istedikleriniz verilmiyor ise ;
Almak zorundasınızdır.Bazı şeyler hak edilmiş ise zorla alınır.
Mesela“BAĞIMSIZLIK ” gibi.
Belkide her şeyi yaratandan beklememek lazım.
O zaten bizlere vereceğini vermiştir
“AKIL” gibi.
Eğer hak ettiklerinizi kaybetmeye başladıysanız;
Ya düşmanınız çok akıllıdır,
Yada piyon olup sizi satacak kadar zayıftır.
Eğer istediklerinizi alamıyor iseniz;
Ya APTALSINIZDIR
Yada savaşma aşkını yitirmiş bir KORKAK.
Bilin ki;
Akıl savaşları aptallarla oynanmaz,
Oynansa da kaybeden taraf her zaman
APTALLAR VE KORKAKLARDIR.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
KESKİN SİRKE KÜPÜNE ZARAR .
SAKIN HİÇBİR YAĞMURU BEKLEME !!
Ey sevgili; sakın hiçbir yağmuru bekleme, kötü insanları temizleyecek,kötülükleri alıp götürecek diye.
Su saflık ve berekettir..Kötülere bir şey olmaz, onlar aslında ilahi adaletin göz altına alıp işaretlediği,fani dünyada kendilerinden bihaber tutsak mahluklardır…
Tabiat ana kızarsa yağmurunu coşturur.Giderken kötülükleri hak etmeyen o iyi insanları da selinde alıp götürür.Yağmur da sevmez kötüleri.O yüzden alır yanına iyileri..Kalırsa bir kötüler kalır bu fani dünyanın yalandan bereketli topraklarında.O yüzdendir kötülerin zenginliği,bu yüzdendir iyilerin fakirliği.Ve bu yüzdendir iyilerin fani dünyayı erkenden terk-i diyar eyledikleri.
Ey sevgili;isteyeceksen sen yine de hayvanları öldürmeyecek,çocukları alıp götürmeyecek,çiçeklerin ve ağaçların kökünü besleyecek,toprak anaya yetecek ve çiftçinin emeğini coşturacak kadar yağmur iste.Bir umuttur, belki yeşerir fakirin ektiği umut tohumları.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
RUHU MAZOŞİST OLANLAR
Ruhu mazoşist olan kişinin, özgürce mutlu olabildiği tek şey dibine kadar acı çekmek ve hücrelerine kadar acıyı hissetmektir.
Şöyle bir bakın “Üzülmeni istemiyorum” dediğimiz ve çabaladığımız ne kadar insan varsa üzülmeye inatla devam ediyorlar.Çünkü üzülmek istiyorlar.Onların mutluluk kavramı ve özgürlük kavramı da bu.
Sağlıklı bir insan ruhu, keder, elem ve acılardan ne kadar hoşlanmazsa; sevinç, mutluluk ve hazlardan da o kadar hoşlanır. Bir bakıma, insanı yaşatan da zaten ümittir.Ama ruhu mazoşist olanlar da bu durum tam tersidir.
Eğer acı çekmekten hoşlanan biri değilseniz,bu sebepten ötürü bu tip kişilerden hem uzak durmanız, hem de bu tür kişileri rahat bırakmanız lazım.Yoksa şiddetin kucağından bir gün cesediniz kalkar.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
PEDOFİLİNİN AFFEDİLEBİLİR YANI YOK AMA
KARANLIKTAKİ FISILTI
Bir gün bir gece duvarlar üstüme üstüme geldiği vakitti,kimselere bir şey diyemediğim için olsa gerek,can yangınımın ateşiyle ağlamaktan baygın düştüğüm bir andı.Hatta kimsenin inanamadığı ama gerçek,yine şuursuzca ölmek istediğim vakitlerin biriydi.Kalbimin üstü bildiğin bıçaklanıyor ve acıyordu.
O gece karanlıkta kulağıma biri bir şeyler fısıldadığından bu yana işte tam da o günden beri insanların tabiriyle,dışarıdan görünüşümle gamsız ve genişim ben.Halen “Sen gamsız ve çok genişsin,neden ben öyle değilim ? Böyle senin gibi olmak istiyorum” diyenlerim var.Karanlıkta saklanan o ses olmasaydı belki bende beceremezdim böyle olabilmeyi.
İşte o geçmiş zamanın karanlıkta ruhuma fısıldayarak bıraktığı ses ;
___”Dünya sadece senin etrafındakilerle dönmüyor. Kabul mü etmiyorlar, yok mu sayıyorlar, sen de aynısını yap.
Şu anda içinde bulunduğun kadraj sana göre değilse,o kadrajda yer alma. Kendini onlara mahrum bırak,kaybetsinler seni.Hiçbir kayıp kutusuna da koyma kendini.Eline,diline,beline sahip ol.Bulamasınlar seni.
Denenmiş bir deneyimi bir daha tekrarlama.
Unutma sen de en az onlar kadar kıymetlisin! Emin ol içine girdiğin ve gerçekten ait olduğun kadrajda da sevdiklerin, değer verdiklerin, seni sevenler ve umursayanlar olacak.
Göreceksin,hiç kimse ve hiçbir şey için üzüldüğüne değmeyecek. Bir kaç adım at ve dönüp baktığında geçtiğin basamaklarda boşuna üzüldüğünü anlayacaksın.Hatta hatırlayarak kaybettiğin zamana üzüleceksen eğer ardına bakmasan dahi olur.!
Kalk ayağa!! Yola devam et !! Karşılaştığın zorluklarda şaşırma,kendini ve olayları kabullen.Her yaşadığın hadiseden güç topla,çünkü yolun sonu hiçbir zaman belli olmayacak,konular ve sahneler yaşam devam ettikçe,beklemediğin şekilde sürekli değişecek ! İnsanlarda. ”. ___
“Sen gamsız ve çok genişsin,neden ben öyle değilim ? Böyle senin gibi olmak istiyorum” diyen sevgili kardeşim;
Ağlıyor musun ?
Yıllardır zihnimde tuttuğum,karanlıktaki bu fısıltıyı sana bıraktım.
Hadi sıra sende.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini