Haşlanmış Karnıbahar Kokusu

Atatürk’e bakınca yerden göğe kadar bir duygu kaplıyor beni.
Kusura bakma Kılıçdaroğlu ama sana bakınca da nedense sadece haşlanmış karnıbahar ve lahana kokusunu anımsıyorum.
Atatürk’ün Kemal ismiyle geldin de hani gerizekalı olmak lazım bunu yemek için.
Bir gitsen de yerine botanik kokulu bir adam gelse diyeceğim de maalesef artık gelmez.CHP sayende artık tasmalı.Gelecek olanda böyle bir durumda zaten piyon olur..
Fethullah’ın Deniz Baykal’ın yatağında ne kadar eli varsa senin de Chp ye gelişinde o kadar eli var.Kusura bakma ben yiyemedim huzursuz bağırsak ağrısı gibisin , bu kokularla da hiç çekilmiyorsun.
Nasıl bir şeysin biliyor musun ? Tıpkı bir zamanlar kendi eliyle oğluna gelin alan ve sonra da gelinine düşman olan kaynana vardır ya, hah o aklı fikri kin ve öfke de olan, oğlunun kuyusunu kazmak ve yuvasını yıkmak için yeni gelin almaya kalkan,yeni gelinle bir olup,taaa uzaklarda bile olsa, tele kulakla her boka karışan hain kaynana var ya, işte o hain kaynananın emrinde çalışan kuma gibisin.Evin baş geliniyle didişmekten öte gitmiyorsun.
Senin Atatürk’e varsa bir aşkın, varsa bir sevdan, Atatürk’ün düşüncelerini ve ilkelerini rehber almalıydın ama almadın.Götün sıkıştığında Atatürk ismine sığındın…Çünkü senin ki koltuk sevdası.Bugün Erdoğan’a muhalefet olmayı vazife belledin, koltuk aşkıyla da o göreve getirildin. Karşındaki bu isim Erdoğan olmayabilir, başka isimde olabilirdi.O ve sen yine aynı vazifeyle getirilecektiniz.Fakat tek bir gerçek vardı,senaryoya göre ikinizde aynı kaynananın gelini olacaktınız.
Aranızda gördüğüm tek bir fark var ki ; o da eski gelinin senden daha zeki ve akıllı çıktığı.Kaç yıldır koltuğunu sana kaptırmadı.O da gün oldu senin gibi kaynanaya saygısızlık olmasın diye onun yolundan gitti,ona itaat etti,dedim ya akıllı olunca akıl başka oluyor sessizce savaşıyor,ve sessizce elde ediyor,kaynana onu nereye götürdüyse kimle muhattap ettiyse hepsini hafızasına yazdı.Kim düşman ,kim dost,gittiği yol ne, yolların,şahısların hepsini ve misyonlarını itaat edermiş  gibi yaptı, bir gün lazım olur diye aklına yazdı.Bu arada onların sayesine cebini de doldurdu.Bu da senin zoruna gitti.Haklısın senin yerinde olsam benim de zoruma gider,aynı adama yıllarca çalıştın ama koltuk sevdasıyla hırsla bedavaya çalıştın.
Ne zaman ki kaynananın maskesi düştü, şaha kalktı eski gelinin canına kast etti, eski gelin kozları eline alarak ipini koparttı öğrendiklerinin hepsini kaynanaya ve onu destekleyenlere koz olarak kullandı.Bugün görüyorum ki kaynana eski gelinini bitirme projesinde halen seni kullanıyor.Eski gelin “ona inandım kandırıldım” derken bugün sen “kandırıldım ya da diğerleri gibi ellerine düştüm tehditle çalıştırılıyorum” gerçeğini bile diyemedin.Ülkeni ve milletini seven adam kusura bakma mevzuyu öğrendikten sonra kendini muhalefette olsa kullandırtmaz.
Atatürk’ün kurduğu partiye gelip de maskara ettin ya CHP nin itibarını, işte o karnıbahar ve lahana kokunla bitirdin. Ne zoruma gitti biliyor musun ? Hiç zeki değilsin,akıllıca manevralar yapamadın ve halende yapamıyorsun.Görüyoruz ki kırkayak tapınakçılarından aldığın son görevin de görev tahtasına yeni yazılmış,kadınları devlete karşı örgütlemek,devlete karşı baş kaldırtmak.
Senin tapınakçılara ve Fethullah’a kaldıramadığın başı biz kadınlar devletimize mi kaldıracağız ? ? Sende haklısın,yediğin tabağa pisleyemiyorsun,fakat ülke kadınlarını kullanarak vatanına pisliyorsun.Seni Deniz Baykal’ı kasetle bitirip Chp ye getirenlere tüm bağlılığını devam ettiriyorsun işte.Emir demiri kesiyor çünkü.Nasıl olsa kaybettin ya,okey masasında elinde çift okey olan adamı ne olursa olsun taşla diyorlar sana, sen kaybetsen bile biz kazanınca seni bağrımıza basacağız diyorlar..Arkandayız korkma diyorlar.Bir kaç provakatörle kadınları arkana vereceğiz diyorlar.
Şimdi onların şerbetiyle sen ve Atatürk’le alakası olmayan parelel çanakçıların diyorsunuz ki merttir kadın,evet kadın erkeğe benzemez…Haklısınız anneliği ona; acı çekmeyi de öğretti, korumayı da…Ve asla vazgeçmemeyi de… Varlığımız hiç umurunuzda değilken nasıl oldu da aklınıza geldik ? Evet başımız dik…Yüreğimiz büyük…Sesimiz çıkınca çığlık çığlık.Korkumuz yok…Lakin hayal kurarken unuttuğunuz bir şey var ,o kadar da aptal değiliz.
Ne tesadüf ki böyle bir ayaklanma örgütlenmesini yaparken de aaa tarihler öyle bir tarih gösteriyor ki Atatürk’ün Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını verdiği o günün tamda 83. yıl dönümü.Bak sen şu ulvi aşka.
Sana tavsiyem; Erdoğan’ı devirmek için kadınların mertliğinin arkasına saklanmayın.Koltuk aşkıyla, Fethullah kumandasıyla Erdoğan düşmanlığını yaparken bari biraz akıllı olun.Bugüne kadar Devletin halkın nefretini kazandığı her vaka ön perde de Erdoğan etiketli gibi gözükse de, arka perde de Fethullah projesiydi. “Kadınları öne koyup arkalarına gizlenerek geldiler…Bu sefer gidişte, peşlerinde kadınlar olacak…” dediğiniz o kadınlar biz değildik. Akp yi kendi çıkarları için Erdoğan’a kurdurtan Fethullah’ın kandırdığı cemaat kadınlarıydı. Şimdi onlarda ak koyunun kara koyunun farkındalar.
Allah için Erdoğan düşmanlığı yaparken desteklenecek aklı başında başka bir alternatif adam mı bıraktınız ?Hepiniz gelmiş geçmiş partiler olarak sümsük olduğunuz için 40 yıl boyunca tapınakçılar alt devlete Fethullah’la gelip halkın haberi olmadan oturmadı mı ? Velev ki Erdoğan’ı kadınlar devirecek fikriyle hareket ediyorsunuz, Protestolar, mitingler, gösteriler için gaz veriyorsunuz da, devlete ve Erdoğan’a karşı yapılan bu ayaklanmalar bumerang gibi ülkemize geri dönmeyecek mi ? En ufak bir hava boşluğundan faydalanıp hamle yapacaklar, ülkemizi bitirecekler. Ne çabuk unuttunuz Arap baharını Tunuslu bir esnafın kendini yakmasıyla başlattığını ?
Orta Doğu’nun Arap baharının listesinde olduğumuzu unuttunuz mu ? Mısır mı olalım ? Irak,Tunus,Yemen,Suriye mi olalım ? Bu mudur kadınlardan beklentiniz ?
5 Aralık gibi bir günde kadınları Erdoğan’a karşı fişekleyerek neyin kafasını yaşıyorsunuz ? Biz Fethullah’ın götünden çoluğunun çocuğunun gelecek günleri ve meslekleri için  giden, çıkarcı kadınlar gibi gerizekalı mıyız her dediğinizi yapacak ? Bizi karıştırıyorsunuz .
Sizin ağzınız ne söylüyor ?
Cumhuriyetçi kadınlar partileri ve çıkarlarını değil vatanını,askerini,polisini, ve ülkesinin güvenliğini riske sokacak durumlar karşısında sadece ülkesinin çıkarını düşünür. Siz ülke çıkarını düşünseydiniz Deniz Baykal’ın pornografi komplosuyla CHP den uzaklaştırılmasını hazmedemezdiniz.Ben şahsım adına size güvenmiyorum.Sadece size değil parti cemaatlerinin alayına güvenmiyorum. Siyaset ve politika sevmediğim alandır, lakin hani aptal ve kör de değilim.
Atatürk ne demiş bak ;
“Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, önce bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissen, fikren, fiilen bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır” (1923)
Son tavsiyem Fethullah’ın kıçını öpeceğim diye şu Milleti Erdoğan düşmanlığına örgütlemekten,sürüklemekten  vazgeç.Atatürk gibi düşün Milli benliğini bul, zaten av olmuşuz bari bizi dünya ülkelerine av yapmaktan vazgeç.
Hazır Erdoğan hepsine posta koymuşken Fethullah’ın kıçını öpeceğine Ülkemizin güvenliği için Erdoğan’ın arkasına geç ama parmaklarına hakim ol,bunu koltuk sevdan için değil bu sefer ülken için yap.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Paylaş

Hazımsız Üretken Canlılar

İnsanoğlu başarmış olduğu her ne varsa, bir başkasının nedense o yolda başarılı olmasını ve kendinden daha iyi olmasını  istemiyor.Kendinden sonraki gelişmesi gereken ya da gelişme aşamasında olan kişileri aşağılayarak,ezerek,yeteneklerini küçümseyerek çöküntüyle ortadan kaldırmaya çalışıyor.

İnsanoğlu hazımsız bir canlı olmamalı.Hazımsızlığın kimseye pek fayda sağlamadığını bilmeli, gelmiş geçmiş atalarından ibret alarak kendini düzeltme yoluna gitmeli.

Sen iyi bir kameraman olabilirsin ama başkalarının da olma isteği ,buna ilgisi ve sempatisi olabilir.Maddi durumu olmayabilir,belki senin gibi en kaliteli  eğitimi alacak parası yoktur ,fakat bu öğrenmesine engel değildir,varsa bir engel,engelini kaldırıp öğretebilirsin.

Mesela sen iyi bir fotoğrafçı da olabilirsin,ama yaşadığın gezegende kendinden başka bir fotoğrafçıya  tahammülün yoksa ve bilgilerinden karşılıksız faydalanmalarına izin vermiyorsan,sen geçmiş dönem şartlarına göre temelden zorlu bir yolculukta başarıya ulaştın diye,senin dışındaki günümüz insanlarının amatör fotoğrafçılık yapmasını da hakir göremez, bu duruma sinirlenemezsin..

Sinema ve televizyonculuk okuyarak film yönetmeni, seslendirmen olabilirsin,en iyi senaryo yazarı, kurgucu,görüntü yönetmeni,oyuncu vesaire olabilirsin.Sen bu yeteneklerinle kendini sanatçı da ilan etmiş olabilirsin, hatta iyi bir edebiyat fakültesinden mezun olarak iyi bir yazar da olmuş olabilirsin,senin dışında edebiyata gönül verenleri,şiir yazanları,yazı yazanları gördüğün zaman onların ruhunu besleyip kulağına bir fısıltıyla cesaretlendiremiyorsan,eksikliklerini birebir gideremiyorsan,senden sonrakilerin gelişmesini istemiyor,başarmasını hazmedemiyor ve gördüğün yerde sürekli kendi bulunduğun seviyeyi ve aldığın eğitimle öne çıkıp,en iyisinin sen  olduğunu düşünüyorsan,senden sonrakileri ya da senin dışındakileri küçümsüyor,hatalarını toplum içinde deşifre ediyorsan, şapkanı önüne eğ bir kez daha düşün derim.Hep bana Rabbena olmaz.

İşte sen kendinin her ne olduğunu düşünüyorsan, sen daha olmamışsın dostum.

Tamam,sanatçıyla egosu ayrılmaz bir bütündür diyoruz ama sanatçıdaki egonun bir büyüklük taslama ve kendini yüceltme olmadığını bilmelisin.Bu dünyada yalnız olmadığını,dünyanın senin etrafında dönmediğini  anlamalısın. Bunu anlayabilmen için seni yaratan kainatın en büyük sanatçısının eserlerine bakmalısın.

Sana verilen özellikler,yetenekler senin dışındakilere de farklı boyutlarda verildi.O yol sadece sana bahşedilmedi.İnsanların kendilerinde fark ettiği yeteneklerini ortaya tüm çıplaklığıyla çıkarması seni rahatsız etmemeli,bilakis buna sevinmeli ve destek olabilmelisin.Sen resim yapıyorsan başkası da yapabilir,sen kitap yazıyorsan başkası da yazabilir,sen konservatuar okuyarak şarkıcı ya da müzisyen olabildiysen başkası okumadan senden daha iyi şarkı söyleyebilir,hiç eğitim almadan kendi kendine bir enstrüman çalmayı da öğrenebilir.

“Önüne gelen yazar oluyor,önüne gelen oyuncu oluyor,önüne gelen sanatçı oluyor,önüne gelen topçu,popçu oluyor ,artık bu işlerinde bir asaleti kalmadı herkes yapıyor” dediğin an sen sanatçı değilsindir.Bu şekilde düşündüğün sürece sanatın yok olur.Geriye senden sadece sorun üreten,üretken ve hazımsız bir canlı kalır.

Kendi varlığından haberdar olan,kendi dünyasından etrafa bakan, kendisini fark eden insan kendi dışındaki insanların yeteneklerine,hobilerine,zevklerine hazımsızlıkla ket vurmamalıdır…

İşte bunu başarabiliyorsan o zaman sen sanatçısın.

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Şizofren Diyerek Geçme !

 

Toplumda ağzımıza alıştırdığımız hani şu kelime vardır ya,lakayt biçimde tırmalar kulaklarımızı;

” Şizofren misin oğlum (kızım) sen ? ”

“Birde psikoloji okudum diyorsun, sen nasıl psikoloji okudun önce kendini tedavi et ! ”

“Şizofum benim jüpiter gibisin ha, galiba sizde genetik ”

“Senin gibi cins şizofren olanını da ilk defa görüyorum pes !”

“Nerenden yumurtluyorsun abi bütün bunları ? Android misin, şizofren misin ne iş anlayalım bak yine mala bağladın ha ”

Yazıma böyle bir giriş yaptım,çünkü bu tür konuşmaların geçtiği bir diyaloğa da ben dolmuşta şahit olmuştum.Muhabbet sahiplerinin.yaşları 30-40 arası vardı. Dolmuş gibi halka açık bir mekanda konuştukları için bazıları ters ters bakmıştı konuşanlara.Neden ters baktıklarını düşündüğümde hak vermiştim bakanlara.Çünkü istatistiklere göre Türkiye’nin 600 bin nüfusu şizofren hastasıydı.Kim bilir konuşanlara ters bakanlar ya şizofren tedavisi görüyordu,ya da bir hasta yakınıydı.

Bir kere şizofren kelimesi ; gerçeklerle iletişimi kopmuş,gerçek dışı düşüncelerle hareket eden,düşünce, duygu ve davranışlarında önemli bozulmalar yaşayan insanların içinde bulunduğu ızdıraplı bir ruh hastalığını ifade eder. Bilinçsizce kullandığımız şizofren kelimesi hakaret sayılan kelimeler arasında yer aldığı için iletişimde ağız alışkanlığı olarak kullanıldığında  hakareti amaçlamasa da, yine de bu tür hitaplar,şakalar tüm hasta kişilere, hatta yakınlarına yönelik bir onur kırma ve aşağılama durumunu barındırır. Bu sebepten şizofren olsun ya da olmasın her iki tarafa da şaka mahiyetinde kesinlikle söylenmemesi gereken kelimelerden biridir.İşte toplum içi davranışlarımızda bizler bunlara hiç dikkat etmiyoruz.

Hatta şizofrenlerle ilgili bir araştırma yazısında okumuştum.”Tarihte şizofreni hastalığı tanısı konmuş pek çok sanatçı vardır” diyordu.

Öncelikle sanatçı ve şizofren arasındaki farklılıklar nedir ne değildir onu kavrayalım.
Sanatçı;
Kişisel birikimlerini, bilinçaltını, yaşam felsefesini, kollektif bilinçaltını harmanlar.Derinlerde yatan, işlenmemiş ham malzemeyi deneyim, bilgi, ustalık ve estetik elementler yardımıyla işleyerek topluma sunar.
Şizofren ise;  çoğunlukla kendi iç dünyasını anlatan mesajlar verir, kendisi için özel anlamı olan semboller kullanır.
Şizofren olduktan sonra sanatçı olanlar ile profesyonel sanatçı arasındaki tek fark; kendini ifade etmesi, yaratma dürtüsü ve ölümsüz olma isteğidir.
Bu arada rica ederim “Şizofren” diyerek ,aşağılayarak ya da sallayarak hastalıkmış diyerek de  geçmeyin lütfen  

Bugün Louis Wain,Vincent Van Gogh,Carlo Zinelli,Adolf Wölfli gibi ressamların yapmış olduğu resimlere bakarsak onlar şizofren sanatçılar arasında hatırlanabilecek isimlerin en başında gelir.
Farklı sanatlarda isimler örnekleyecek olursak;

  • Fransız oyun yazarı, oyuncu, yönetmen ve şair Antonin Artaud,
  • Alman lirik şair Johann Christian Friedrich Hölderlin,
  • Avustralyalı konçerto piyanisti David Helfgott,
  • Polonyalı balet Vaslav Nijinski,
  • ABD’li matematikçi John Forbes Nash,
  • ABD’li caz trompetçisi ve kompozitörü Tom Harrell gibi isimlerin başarılarını görebiliriz.
  • Tabi ki Şizofren sanatçılar arasında 50 yılı aşmış rock müziğin efsane ismi Pink Floyd grubunun bestekarı ve vokalisti Syd Barrett’i de unutmamak lazım.

Buraya kadar Avrupalı sanatçıların isimlerini gördük.Kendi sanatçılarımızdan da şöyle baktığımız zaman,görünen yanıyla imrendiğimiz o ünlü isimlerin bir çoğununda şizofren tedavisi görmüş olduğunu görüyoruz.Tedavilerden sonra hayatları kendilerine zehir olurken,diğer yandan bizlere ışıl ışıl görünebilen bu insanların aklımızda kalan yeteneklerinin ve yaratıcılıklarının tek nedeni ise şizofreni olmuş olmalarıdır.

Çok uzağa gitmeyelim filmleriyle gönlümüze taht kurmuş,en akılda kalır ismi hababam sınıfının meşhur Mahmut hocası Münir Özkul. Sahi oyuncu Münir Özkul’un bir dönem toplumdan yaşadığı sıkıntılardan dolayı oyunculuk döneminde aynı zamanda şizofreni ile de mücadele ettiğini kaçımız biliyoruz ?

Münir Özkul, rahatsızlığı için kullandığı ilaçlardan fayda görmeyip alkole nasıl sarılmış olduğunu  bir röportajında şu kelimelerle anlatmıştır “Bu,sanatçıların çok başına gelen bir şey.
Sevilmek istiyoruz,yani toplumdan bir şeyler bekliyoruz,biraz takdir bekliyoruz.Olmuyor,gelmiyor…”

Münir Özkul yine bu röportajında içkiden nasıl kurtuldunuz sorusuna da şu şekilde cevap verir  ; “Tam şuurlu olarak yapmadım bunu.İçkiyi bırakmayı çok istiyordum.Gitmediğim doktor,yatmadığım hastane kalmadı.Hastane duvarlarının arkasına girdiğim zaman kendimi rahat,emniyette hissediyordum.Fakat dışarı çıkıp o toplumun dışarı çıkar çıkmaz hissedilen baskısı var ya hissettim bunu….Bir sanatçı olarak sevilme zorunluluğu.çalışmak zorunluluğunu sırtımda hisseder hissetmez o çocuksu bünyem hemen paniğe kapılıyor ve  hemen içki şişesine sarılıyordum.”

Bir gün Münir Özkul’un yakın arkadaşı Haldun Taner Münir Özkul için ünlü bir psikiyatr olan  Dr. Süleyman Velioğlu’ndan bu rahatsızlık için randevu almıştır ve doktorun Haldun Taner’e cevabı enteresandır. Zaten  Dr.Süleyman Velioğlu 1967 de kişisel bir sanat anlayışı geliştirerek  Akatünvel Sanat Grubunu  kurmuş olan bir doktordur.Yani sanata çok uzak bir kimlik değildir. Dr. Süleyman Velioğlu aynı zamanda Türkiye’de Psikiyatri alanında Creative Art Therapy yani Sanatla Teşhis- Tedavi yöntemini uygulayan ilk kişi olarak bilinmektedir.Bu çalışmaların dışında “Bir Sizofren Hastanın Sanat Ürünleri”  “Prepsikotik Aşamadan Psikoza Şizofrenik Süreç” “Akıl hastası Ve Sanatçı” “İnsan Ve Yaratma Edimi” adında  kendi ilmiyle ilgili kitaplarında yazarıdır.Tüm bilimsel araştırmalarını sanatla teşhis ve tedavi üzerine yaptığı için Haldun Taner şizofren ve sanatçı olan Münir Özkul’u Dr.Süleyman Velioğlu’na getirmiştir…Doktorun Münir Özkul için “Bu adamı neden iyi etmek istiyorsunuz? Sanatı ve başarısının nedeni bu yakındığı özellikler. Onları iyi edersek, ortada sağlıklı bir kabuk kalır. Bırakın olduğu gibi devam etsin, şimdi mutsuzlukları içinde mutludur. İyi olursa büsbütün mutsuz olur.” demiştir.

Sizi bilmem ama Haldun Taner ile psikiyatrın arasında geçen sohbetin bu kısmı  beni oldukça etkiledi.Münir Özkul için söylediği bu sözleri tüm şizofreniler için düşünürsek hani haksız da sayılmaz.Şizofrenler bana göre ayrıcalıklı insanlardır. Düşünsenize mutsuzluklarınız ilham kaynağınız,mutsuzluklarınız mutluluk kaynağınız ve mutsuzluklarınız yaratım,üretim kaynağınız,mutsuzluklarınız toplumsal bir hesaplaşma kavganız.Bu mücadelede sizi kucaklayan sığındığınız birde hayal dünyanız var.Bu kendini gittikçe toplumdan soyutlayan ayrıcalıklı ruhu ilaçlara boğarak öldürmek ve sadece etten bir kostüm giydirip ruhu ölmüş diğer ruhsuz dolaşan canlıların arasına katmak bana göre hiç de mantıklı değil.

Dr.Süleyman Velioğlu’ndan sonra tıbbi araştırmalara göre geçmişten bugüne şizofreni hastalarının sanata, özellikle resim ve müziğe ilgilerinin yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Bu sanatların hastalığın teşhisinde, gidişatının tespitinde çok faydasının olduğu da belirtilmiştir.Müzik dinlemek ve aktif müzikal etkinlikler şizofreni hastalarında gerilemiş olan toplumsal iletişimde,psikolojik, sosyal ve zihinsel becerileri geliştirmeye katkıda bulunduğu için, hastaları topluma kazandırma bilinciyle bugün yan etkili eski tedavi biçimlerinin yerine uyku vermeyen yeni kuşak ilaç tedavisine ilaveten,hastayı dış hayata yaklaştırma terapisi ve sanatsal faaliyetler terapisi birleştirilmiş ve bazı merkezlerde şizofreniler için sanatsal uygulamalar altında tedavilere başlanmıştır.

Bu arada sanatla teşhis- tedaviden bahsetmişken şizofrenlerin yazan kısmına da dokunmamak ,onları da anmamak olmaz. Hatırlar mısınız bilmem Ateşin Düştüğü Yerden Sesler, Yüzler, Öyküler Yarışması  adı altında 2009-2010-2011 yıllarında sadece şizofreni hastalarının eserleriyle  katılabildiği bir yarışma düzenlenmişti.Bu yarışmanın amacı şizofrenilerin hayata katılımına destek vermekti.
Bu yarışma sonucu 2009’da ilk 10’a girenlerin öyküleri Doğan Kitap tarafından “Hayat Bana Yüreğini Açıyor” ismiyle kitaplaştırılmıştır..Yine aynı yarışmanın 2010’da ilk 10’a giren öyküleri ise “Hepimiz Deliyiz” adıyla yine Doğan Kitap tarafından basılmıştır.

Yarışmanın 2010 yılı 1’incisi SÜVEYDA ÖLÜDENİZ,  2’cisi  ise YASEMİN ŞENYURT olmuştu.

Yarışmayı kazananlardan  Süveyda Ölüdeniz kendisine neden yazdığı sorulduğunda şöyle bir cevap verir ;

“Birçok nedeni var. En büyük hayalim yazar olmak. Bazen kilidi çözen; aşk, öfke, ya da bir espri oldu, ben de yazdım. Delirmemek ama deli kalmak için yazıyorum. Dünyayı yan yana getirdiğim kelimelerle havaya uçurmak istiyorum. Kendimi tutsaklıktan kurtarmak için yazarken başkasına dönüşüyorum ve hayatı kelimelerle becermeyi seviyorum. Mutsuzluğuma soyluluk katmak için yazıyorum. Ölüme kelimelerle sarkıntılık etmeyi seviyorum, sevgili bulmak için yazıyorum. Yazmak, aklımın hapishanesinden delirerek kaçmamı sağlıyor. Cinayet işlememek için kelimelerle cinayet işliyorum. Düşmanıma benzemeden intikam almanın yolu yazmak. Hiç kimseden emir almamak için yazıyorum.”

Yarışmanın 2 cisi Yasemin Şenyurt ise yazarak ataklarını atlatabildiğini,yazarak sorunlarını teker teker sorguladığını anlatmıştır.Yazarlarımızın duygu ve düşünce anlatımlarına bakarak şizofreni nedir diye düşündüğümüzde hekimlik terimi haricinde  bu duruma o halde şöylede diyebiliriz şizofreni bir takdir edilmeme,onaylanmama,dışlanma korkusu ile sürekli en iyisini yapma baskısı altında gelişmiş, toplumdan ve çevreden kaynaklanan,travmalar,kavgalar vesilesiyle insan ruhunun yaralanarak,genetik faktörler eşliğinde ortaya çıkması.

Burada dikkatimizi çekmesi gereken ve anlamamız gereken şudur; her iki yazarımızın da  yarışmadan sonra hayatlarında takdir edildikleri için psikolojik açıdan büyük bir rahatlık hissetmiş olmalarıdır.Tıpkı Münir Özkul’un “Sevilmek istiyoruz,yani toplumdan bir şeyler bekliyoruz,biraz takdir bekliyoruz.” dediği gibi.Bu sebepten diyebiliriz ki takdir edilmemek bu hastalığın alevlendiricisi ve tetikleyicisidir.Gaipten sesler duymak ve paranormal hikayelerin kahramanı olmak ise ilk zamanki verilen belirtilerden çok sonraki atak evreleridir.

Öte yandan kiminin sanal dediği bizimse dijital dünya diye adlandırdığımız İnternet alanında  günümüz yaşantısına ve insan hikayelerine baktığımızda, kendi iç dünyasını anlatan mesajlar veren, kendisi için özel anlamı olan semboller kullanan sayamayacağımız kadar sayısızca insan görmekteyiz.Kim bilir onlarda  yazarlarımızdan SÜVEYDA ÖLÜDENİZ ve YASEMİN ŞENYURT gibi midir bilinmez.

Belkide şu an düşünmeye başladınız,ben ya da ailemden biri veyahutta yakın arkadaşım şizofreni midir değil midir,korkmalı mıyım,nereden anlayacağım bu hastalığın belirtileri nedir derseniz ,tıp dünyası bu belirtileri şu şekilde sıralıyor. Şizofreni başlangıcı olan kişilerde bu durum algıda kusur ile başlamakta,sonra sırasıyla düşünce oluşturamama ve düşüncelerde bozulma,bir durumu,kişiyi yargılarken yargıda dengesizlik kusur belirtisi,örneğin şizofrenler duygularını rahatlıkla yansıtamazlar,sevgi,öfke,coşku gibi duyguları ya aşırı tepki ya da içindeki coşkuya karşın kendilerini kısıtlayarak sessiz bir moda geçerler,hafıza karmaşaları mevcuttur,bellekleri sürekli karışıktır.Doğru ve yanlış kavramları bozulur.Doğrunun bir tane olduğu yer vardır siyahın siyah olması gibi lakin şizofreniler doğruyu yanlış olarak kabul ederler.Eğer siyah sizin doğrunuz ise onların doğrusu beyazda inat eder.Bu yüzden sağlıklı birey olarak siz zıtlaştıkça gerilim artacaktır.Sonuç olarak bir çok davranışları garipleşerek göze batmaya başlar.Allah ile kavga etmek gibi,değişik dinlere yönelmek ve bunları kanıtlayıcı tarzda alim olmuşcasına konuşmak gibi ,halisülasyonlar ya da öte alemlerden üç harflilerden ses duymak gibi tuhaf davranışlar belirtiler arasındadır.

Bu yüzden ulu orta yerlerde durumundan emin olmadığınız çevrenizdeki insanlarla İletişim halindeyken “şizofren misin oğlum” diyerek aşağılama içeren “Gizli Damgalama” yı besleyen bu kelimeleri kullanmayın.Çünkü şizofrenler kabul edilmeme,dışlanma korkusuyla kendilerini kamufle ederler.Şizofren olduklarını bilseniz de bilmeseniz de öğrendikten sonra bu tür insanlarla iletişim kurmaktan da sakın korkmayın ve onları etiketlemeden sanata yönlendirin.Çünkü bu kişiler ne kadar iletişim kurarsanız o kadar topluma adapte olarak sanat desteğiyle iyileşme göstermekteler. Dr.Süleyman Velioğlu sayesinde  artık şunu diyebiliriz ki sıradan bir insanın bile şizofreni olduktan sonra sanatla tedavi edilmesi mümkündür.

Selametle kalın..

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

 

.

 

 

 

Paylaş

Hastalıkların Başı Çok Yemektir,İlaçların Başı İse Perhizdir.

Yaşam mücadelesinde nerede üzülen,yıpranan ağlayan sevdiklerimizi görsek “Güçlü ol ! Güçlü ol” sözleri hep dilimize dolanır .
Oysa ruhsal yönden güçlü olmak bedensel güçten geçer.Bedensel güç ise yine yaratıcının insanların bedenlerine gereken özeni göstermesi için şifa kodlarını yüklediği şifalı besinlerden geçer.Hatta bu konuda İbrahim Nehai hazretleri, “nebati gıda bulunmayan sofra, akılsız ihtiyara benzer ,mal ve evladının çok olmasını isteyen, bitkisel gıda çok yesin” demiştir.Lakin günümüz insanı bu hadisten maalesef bihaber olmakla beraber bir çoğu damak lezzetine göre beslenmeyi alışkanlık haline getirdiği için bedenine ne kadar fayda sağladığının, ne kadar zarar verdiğinin bilincinde olmadan beslenmekteler.Bunu çoğu kişi önemsemediği için bedenine gereken değeri vermez,daha çok önüne ne gelirse yiyerek kendini mutlu etmeyi vazife bilir..Sonuç olarak türlü türlü zincirleme hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalır.
İnsanoğlu bu pejmürde başıboş,duyarsızca beslenmeyi bırakmalı, bedensel şifresini keşfetmek ve ona göre bedenini severek sorumluluk alarak sağlıklı beslenmek zorundadır.

Öte yandan şununda bilincinde olmalıyız, insanoğluyuz, yaşamsal faktörler nedeniyle yorulabilir ve bu yorgunlukla bedenimiz yıpranır.Bu sebepten bedenimizi beslemenin dışında da şifa kodları yüklenen bu besinlerle de bakım yaparak bozulan yerlerimizi onarmak zorundayızdır.Bu bakımları yapmakta önemlidir, bedensel güce gereken desteği verir. Bu bakımlara örnek verecek olursak; bilinir ki naturel zeytinyağı 70 derde devadır,dökülen saçlara rafineri olmayan naturel zeytinyağı ile bakım yapmak gibi,mantar suyuyla gözlerdeki ağrıyı önlemek ve parlaklık kazandırmak gibi ,yeşil yapraklılardan tere ile depresyon kür tedavisi uygulamak gibi ,çörek otuyla uykusuzluk ve unutkanlık sorununu çözmek gibi ve daha nicesi.

Unutmayın ki bedensel güç her şeyden önemlidir,çünkü bedensel gücü yüksek olan kişinin ruhsal gücü de yüksek olur.
Bedensel gücü zayıf düşürecek tarzda beslenmek ve vücut bakımı yapmamak hem ruhsal gücü düşürür hemde yaşam mücadelesinde insanoğlunun her alanda zayıf düşmesine neden olur.
Ruhsal gücü yüksek insanın özgüveni yüksek olur, kendi değerleri ve doğruları doğrultusunda yaşar,hayatındaki başarı ve mutluluk kavramlarıyla cesurca yüzleşir.Bir insanın ruhsal gücünün yüksek olup olmadığını karşısına çıkan zorluklarla ve onlara gösterdiği tepkilerle ölçebiliriz.
Ruhsal gücü düşük olanlar ,aldıkları kötü bir haber ve olumsuz eleştirinin karşısında çaresiz olduklarını, olanlar karşısında da mücadele edemeyecek durumda olduklarını düşünürler.Küçük şeylerden mutluluk duyamaz hale gelirler.Sinir ve stres katsayısını yükselten durumlar karşısında anksiyete moduyla fevri davranırlar.Ve sorunun hep başkalarında olduğunu savunurlar.Sağlıklı beslenmeyerek hem bedensel gücü hem de yaşam kalitesi düşmüş bu kişiler sürekli problemlere odaklanırlar.Bunun içinde daima kendilerine uygun bir dostla dertleşmek ihtiyacı duyarlar.
Bu durumda da ruhsal güç kaybı toplumsal olarak bulaşmaya başlar ve otomatikman sürü psikolojisi devreye girer.Bugün bu potansiyel tehlikenin bilincine varmış bir çok kişi ruhsal gücü düşük insanlardan işte bu yüzden kaçmaktadırlar.
Demem o ki ; bu durumları yaşamamak ve yaşatmamak için en başta bedensel şifrenizi keşfederek sağlıklı beslenmek zorundasınız.Bu sizin en başta yaratıcınızın size hediye etmiş olduğu bedeninize karşı sorumluluğunuz ve görevinizdir.
Yine bu konuda bizlere bilgi sunan Seadet-i Ebediyye de der ki ; “Hastalıkların başı çok yemektir. İlaçların başı ise perhizdir ” der..

Bedeninizi sevin ve ona iyi bakın..Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Çocuklar Cennete Kesilmiş Bilet Değildir.

İnsanlığın en büyük imtihanıydı evlat yetiştirmek,nesil yetiştirmek…
Ve demişti ki “Cennet annelerin ayakları altındadır.”Bundan ötürü sandılar ki her doğuran evlat sahibi kadın cennete gidecektir.Oysa çocuklar her annenin cennete kesilmiş bileti değildiler.
Bir kadının yaratıcının karşısında anne olarak yeri ayrıydı,insan olarak, kul olarak yeri ayrıydı.Bir anne yeryüzünde yaratıcısını sevindirecek ne kadar iyilik ve hayırlı iş yaptıysa kendi mükafatını (cennet kapısını) tıpkı erkek gibi kendi kulluk boyutunda kazanır.
Yine kadın-erkek olsun,anne baba olarak ne kadar iman gücü zayıf, inancı zedelenmiş olursa olsun,ister dindar olsun ister dinsiz olsun ; anne-baba olarak her zaman doğurdukları çocuklardan evlatları tarafından saygı, sevgi ve yardım görmeye hakları vardır.
Çocuklar bir kavmin cennete açılan kapılarıdır,kanatsız melekleridir,günahsızlardır ve yaratıcının karşısında kıymetlidirler. Fakat o kıymetli varlıkları doğuranlar ise ; doğurduklarının saygı ve sevgisine,merhametine göre de Allah hükmünde o kapının anahtarlarıdır.
Bu yüzden Cennet annelerin ayakları altındadır.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Bilirim Siz Ölüleri Seversiniz.

 

Ölmek lazım sayılmak için, sevilmek için,hatalarının unutulup iyiliklerinin anımsanması için ,”şu fotoğrafta da ne güzel gülümsemiş canım benim” demeleri için.
Ölmek lazım “ya baksana nelerde yazmış bırakmış, anlatmış,satırlarında seni,beni,onu anlatmış, meğer kendisini bizden saymış,anlamamışız sessizliğin tınısını çığlıklarıyla harmanlamış, ama kimselere garibim sesini duyuramamış” demeleri için.
Ölmek lazım işte “beni ne çok severdi,ne emek verirdi, birlikteliğimiz için neler yapmıştı ben ona hak etmediği onca kötü şeyi yapmama ve canını acıtmama rağmen,bana hayata karşı dimdik durmayı o öğretmişti,şimdi beni onun gibi kim sevecek,kim çekecek,kim anlayacak ruhumu,beynimi kim düzenleyecek “diyerek ağlayanları duymak için ölmek lazım dostum…

Tıpkı sizi sevenlerin öldüğü gibi ölmek lazım işte.Bilirim siz ölüleri seversiniz,ölümü sevmezsiniz.Fakat ölüler sizi ölene kadar severler, öldükten sonra sevmezler.
Neden mi ?
Çünkü onların katili zaten sizlersiniz.Bu yüzden siz ölümü de sevemiyorsunuz işte,siz korkarsınız ölümden.
Siz yapay dünyanın kabadayıları,siz yaratıcının nefes üflediği kalbin size bahşedilen, gönderilen masum insanların sevgisini hunharca kullanıp ezerken ancak yapay dünyada celallenip dayılanırsınız. Kırarsınız,dökersiniz alemin en iyisi kralı biziz diyerek..
Kimse sizi öldüremeyecek kadar dürüstsünüzdür,yaşamayı hak ediyorsunuzdur çünkü.
İyisinizdir,hoşsunuzdur,yanlışların alayı size yapılmıştır da siz harikasınızdır.
Geceleri akıl melekeleriniz kafanıza balyozla vurur “yalan söylüyorsun ! yalan konuşuyorsun ! sus artık yalan konuşma,neler yaptın bir baksana ” diye diye geceleri kimseler yok iken yastıkları kucaklatıp ağlatırlar sizi içten içten.
Çünkü bilirsiniz kendinizi fakir tesellisiyle kandırmaya çalıştığınızı,kimsenin bilmediğini de sanırsınız ya biraz güç toplarsınız,aptalca uyuşturur bu sanrılar sizi.
Sabahın hayrına uyanacağınıza gecenin şerrini taşırsınız aydınlıklara.Güçlü olmak için insan kalbi kıra kıra yaşarsınız.
Ağzınızdaki dilin kıvrımlarıyla,envan çeşit yalanlara bezenerek
aptalca aktarırsınız fakir tesellilerinizi ,etrafınızda size kendini heba etmiş masum varlıklara.

Siz ölüleri seversiniz işte.Onlarda zaten siz onları bu şekilde seversiniz belki diye ölmek istediler…Siz dünya gözüyle sevmediniz ,kalp hakkını vermediniz diye yaratıcılarının şefkatli kollarına sığınmak için,sağlıklı halleriyle her gün çektirdiğiniz duygusal acılar yüzünden ölmek için dua ettiler..Gün gün eridiler,kimi üzüntüden hastalığa kaldı sırasını bekledi,kimi
kalbinde alacak hesaplarıyla onca acı ve ızdırapla yaratıcısına kavuşmak ümidiyle kendi kararıyla çekti gitti..

Zihnini yokluyorsun ve gülüyorsun değil mi ? “Çok şükür diyorsun olmadı öyle bir şey..Belki de sen farkında değilsin olacak..Etrafına bir bak,sorgula,yokla bakalım..
Sırasını bekleyenlerin değil de kendi kararıyla bu yaşamdan çekip gidenin, ya da gidecek olanın suç ortağı sensin işte ..Söylesene kaç tane kırdığın kalp var,kaç tane kalbinin içine akıttırdığın göz yaşı döken insan var ?
Sırada kaç tane ölmek için dua eden var ?
Ya da seni ölümüne sevdiğini söylerken,yaşamın getirdiği ağırlıkları varlığınla unutmaya çalışan,seni kendine anlamlandırırken yaşam enerjisini sana boşaltan,elinde tuttuğun,kandırdığın kaç kişi var ?
Kötü hallerini gördüğün halde görmemezlikten geldiğin,
Sevginden kollarından mahrum kaldı diye sağda solda şefkatli kol arattırdığın kaç sevgi açı masum var ?
Sana ihtiyacı olduğunu söylediği halde işim var diyerek keyfe aleme dalmaya gittiğin duymamazlıktan gelerek ağlattığın kaç kişi var ?
Sevgisizlikten delirttiğin için intiharın kollarına kendini bırakan, masumken günahkar ettiğin daha kaç can var ?

Siz ölüleri seviyorsunuz işte ,ancak öldükten sonra keşkelerle ağlıyorsunuz arkalarından başka yaptığınız bir bok yok.
Ancak kendinizi seviyorsunuz,gariban kalpleri paraya tapan yanlarınızla katlediyor gönderiyorsunuz hastalıklara ve ölüme.

Geceleri halen akıl melekelerin geliyorsa ,sana hatalarını yüzüne vuruyor ayna oluyorsa çok şanslısın.
Sırf sen onu bu dünyada sevmeyip,ezdin diye ölmek isteyen onca masum can var ya ; direne direne artık o gece akıl melekelerini görememiş duyamamışlardı.
Kalk geç olmadan, bak aynaya ve vur o bencil,egoist korkak suratına !
Ardı ardına vur tokatları.Hani yaratıcının nefes üflediği kalbin sana bahşettiği gönderdiği o masum insanların sevgisini hunharca kullanıp ezdin ya; işte onun için tükür o kertenkele suratına ve ağlattığın kalpler için ağlayarak af dile yaratıcından..
Unutma aslolan ölüleri sevmek,öldükten sonra sevmek,kıymet bilmek,kendini bir mezar taşına konuşarak affettirmek değildir .
Aslolan diriyken kıymet bilmektir,diriyken üzmemektir,diriyken incitmemektir,diriyken sevmektir,diriyken yarasına merhem olabilmektir,göz yaşını silebilen yakın bir el olmaktır,iki elin kanda da olsa ona koşturan ayak olmaktır,eksiğini tamamlayabilmektir. Hatalar insan içindir, olur da göz yaşını akıttıysan diriyken ağlattığından af dilemektir.

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Narsist Burjuva Nöbeti

 

Hep duyarım. Aldığı eğitimin kalitesinden, yaşamının en sefil ve ezik döneminde, döneminin burjuva rüzgarından etkilenmiş ,kabul edilememe korkusuyla, okuduğu kitap sayısından, dinlediği müzik tarzına kadar, kendini entel dantel kariyer zirvesinde görüp, toplumdan soyutlayarak yaşamış, kendini bilgelikle etiketleyerek kendinden başkalarını beğenmeyerek yaşamış insanlara her zaman çok üzülmüşümdür.

Çünkü yaşam seçtikleri çizgide otomatikman yalnızlığı kendilerine hediye etmeye başlar ve kendilerini soyutlayarak kalite olarak ayırsalar da her insan gibi onlar da vesvese denilen illetin kucağına düşerler.

Narsist bir duygunun esiri olduklarından ötürü bulundukları durumu da kabullenemiyorlar, topluma uyum sağlayamadıkları için de kendilerini tedavi etmek için mutluluk ustalığına soyunuyorlar.

Geçmişlerinden getirdikleri bilgilerle dışladıkları toplumun bireylerine bilgece tutunmaya çalışıyorlar. Beni üzen tarafı bu.. Sanırım mutsuzken topluma mutluluk ustalığı yapmak ve bilgelik taslamak da böyle bir şey…

Mutlu bir varlıksan; toplumun sana ihtiyacı vardır, onları dışlamadan, ezmeden, sınıflandırmadan mutsuzluklarına odaklanabilirsin..

Fakat mutsuz isen özünle yüzleşerek önce kendi iç dünyanın mutluluğunu inşa etmelisin. Biraz inziva biraz da inşirah..

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Hasta Dünya İnsanı

 

Davranışı her ne kadar bilinçdışı belirlese de zihinsel sağlık sorunlarıyla mücadele eden insanların artık kendilerini kamufle etme ihtiyacı duyduklarını gözlemliyorum…

Bu durum bizim ülkemizde daha berbat bir durumda. Ağlayana “ne kadar da zayıfsın ,çok gülene sen iyi değilsin” diyen bir toplumuz. Dil düşünceden daha çok tehlikeli diyebilirim. Düşünce zihnin derinliklerinden gelirken zihinde kalırsa bir sakıncası yok da dile dökülürse dil kötü düşünceler için potansiyel tehlikedir.

Atalarımız boşuna dememiş “eline, diline, beline sahip ol” diye. Ama dinleyen nerdeee?

Acaba insanların dilleri olmasaydı sadece beden diliyle anlaşabilirler miydi?

Neden anlaşamasın ki,üstelik Dünya üzerinde kullanılan bir işaret dili bile mevcutken .

Neyse …

Konumuz; bu dünyada ki hayatı güzelleştirecek insan tipleri. Dünyamızın uzun zaman öncesinde altın çağ denilen döneme girmişliği vesilesiyle şu zamanlarda onlardan bahsetmemek tabi ki olmaz.

Ruhsal olarak uyanmış ve ruhsal olarak gelişmiş telepatik iletişimin çalışma şeklini kavramış, spiritüel tekamüle ermiş, kozmolojik seyahati başarmış 3 cü boyuttan 4 cü boyuta geçerek bilgiye erişmiş yüksek titreşimli insanlar.

Sayıları çok az olsa da hasta olan dünya insanını düşünsel, moral ve ruhi destekle yaşamda tutmaya çalışıyorlar. Ne güzel değil mi ?

Buraya kadar kulağa hoş manzaralar.

Dünya insanı ise gerçekten hasta,sürekli bir umutsuz,sürekli bir şüpheci,uyumsuz,iyilik kabul etmez tavırlar,asabiyet,oto-kontrolsüz,negatif enerjilere meydan okuyacağına sürekli bir olumsuzluklara teslimiyetçi,acınası küçük Emrah tiplemeleri,Halil Sezai’den incir reçeli isyaaaan tiplemeleri,böyle sürekli uyuşmak ve uyumak talepleri,morfinsel arzular,alkol şişeleriyle dans etmeler,votka ile yapay enerjilerin çiftleşme sahnesinden patlayarak çıkan,nirvanada küfrün 7 kategorisiyle kafa arama havaları derken bonzailer,pembeler,şekerler,sentetikler bunlardan bahsederken bile yüzüm buruştu ?

Fikirler,anılar veya uyarıcılar bilinçli zihnin dayanma gücünü aşacak şekilde bunaltıcı veya uygunsuz hale geldiklerinde bastırılıyorlar.İç güdüsel itkilerimizin yanına,bilincin erişemeyeceği şekilde maalesef bilinçdışımıza depolanıyorlar.Bilinçdışı dediğimiz ise insanın düşünce ve davranışlarını sessizce yönetmeye başlıyor.Bilinçli ve bilinçdışı düşünceler arasında bir fark vardır.İşte o fark her ne ise dünya insanında ruhsal gerilim dediğimizi doğurmaktadır..Dünya insanı iç dünya ve dış dünyanın karmaşasında suçluluk ve yetersizlik duygusu ile kendini cezalandırma dürtüsüne kapılmış durumda.Ruhsal gerilimin esaretinde kalan hasta dünya insanı,bu sebepten sürekli bir hareketlilik halinde yaşıyor,istem dışı dürtülerle de ruhsal ve bedensel olarak boşalım kanallarını zorlamaya başlıyor.

Pskilojiye göre İtkiler davranışlarımızı yönetir,bizi temel gereksinimlerimizi tatmin etmeyi vaat eden seçimler yapmaya yöneltir.İtkiler sağ kalmamızı garanti ederler.Yiyecek ve suya gereksinim,türümüzün devamını garanti eden seks arzusu,sıcaklık,korunma ve arkadaş bulma ihtiyacı gibi.

Yukarıdaki paragrafta sürekli bir umutsuz,sürekli bir şüpheci,uyumsuz,iyilik kabul etmez tavırlar,asabiyet,oto-kontrolsüz diyerek bahsettiğim hasta dünya insanını anlayabilmek için insan zihnindeki katmanların görevlerini iyi bilmek gerekir.İnsan zihninde bilinç,ön bilinç,bilinçdışı olmak üzere 3 katman varken diğer yapısında da ego,Id ve süperego denilen katmanlar mevcuttur.Hasta olan bir dünya insanı ise bu katmanlarla ilgilenmez istem dışı dürtüleriyle ruhsal ve bedensel olarak boşalım kanalı arayışına başlar.

Hayır hayır düşündüğünüz gibi değil.Kesinlikle hasta dünya insanını psikiyatrik ilaçlar düzeltemeyecektir.Nasıl ki alkol ve uyuşturucu kullanan kişilerin beynindeki Alfa – Beta – Gama – Delta – Teta frekansları kapalı oluyorsa,psikiyatrik ilaçlarda frekansları kapatır.İşte tam da böyle durum da ilaçlar yerine ruhsal olarak uyanmış ve ruhsal olarak gelişmiş telepatik iletişimin çalışma şeklini kavramış,spiritüel tekamüle ermiş,kozmolojik seyahati başarmış yüksek titreşimli insanlar devreye girmelidir.

Bana göre dünya içi yaşamda psikiyatrik ilaçlarla ruhların perdeleri sonsuz bir karanlığa mahkum edilmektedir.Hastalığın ilk evresinde bilinçli olan insan ruhu aslında bilginin ve ruhsal kimliğinin farkında olsa psikiyatrik ilaçlara sığınmadan kendini iyileştirebilecek güce sahiptir.Nasıl mı ?

Makro ve mikro kozmos (Evren ve İnsan) kavramını öğrenerek.

Çünkü İnsan mikro kozmos; Kozmos Makro İnsan’dır .

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Spirituel Tekamül

Dünyaya kan, savaş, açlık, vesvese, fitne, hastalık ve kötülük getirenler kadar, unutma dünyaya barış, sükûnet, huzur, şifa, mutluluk, neşe ve iyilik getirmekle görevli olanlarda var.

Bu görevlilerden biri neden sen olmayasın ki. Belki de henüz ruhunun evrendeki var oluş amaçlarından ve vazifelerinden bihabersin.”Peki ama nasıl olacak bütün bunlar” diye soranlar görüyorum hep.

İyilik ve kötülük savaşırken, dünya tektonik titreşimlerle insanlığa mesaj yollarken sen dünyanın sonunun geleceği günü oturup seyretmekle sadece kötülüğe katkıda bulunmuş olursun. Bunun bilincinde olmak bile bir katman ileri adım atmaktır.

Yaşamında yer alan bir kötüyü ve doğabilecek kötülükleri mağlup etmek mi istiyorsun ?

O halde yaşamının içinde barış, sükunet, huzur, şifa, mutluluk, neşe ve iyilik barındıran davranışlarını bütünün hayrına çoğaltmalısın.

Buna engel teşkil eden komşun ya da arkadaşın ya da meslektaşın ya da çok sevdiğin birisi karşına çıkarak iyiliklerinin gücünü kırmak amaçlı ne söylerse veya ne yaparsa yapsın, fark etmez sen akıl ve kalp çerçevesi içinde kalarak seçtiğin tarafın yolunda hizmet etmeye devam etmek zorundasın.

Senden istenilen tek şey koşulsuz ve tereddütsüz sadece kendin olmandır.Sana gönderilen sevgi enerjilerinin kıymetini bilerek,aynı zamanda benliğinle bütünleşerek sende koşulsuz sevgiye hizmet etmelisin.

Bir süre sabırla oluşturduğun iyilik ve sevgi çemberiyle yaşamında var olan kötüleri ve sana yansıyarak çevrene dağılan kötülüklerin yönünü değiştirebildiğini göreceksin.

Ve içindeki öz ruhtan zaman zaman sesler duyacaksın.Yani iç sesin bir sonraki atman gereken adımını yine sana bildirerek yönlendirecek..

Şunu da ilave etmek gerekir ki ;İnsanların “iç sesim beni yanıltmaz” diyerek yanılmışlığı da maalesef mevcuttur.İşte buda yorgun bir zihinden ve stresten ötürüdür.

İyiliğin hizmetkarı olmak için zihnini ve bedenini sürekli tazelemek zorundasın.

Bilinçli ve uyanık bir zihninin olması ise yine sana bağlıdır.

Herhangi bir düşüncenin etkisinde olmadan sakinleşerek iyi kötü tüm düşünceleri aşmalısın.

Şöyle ki ; bir düşünceye odaklandığımız an zihnimizden içeriye doğru, düşüncenin ötesindeki öz benliğimiz olan bilincimize yükleniriz, buna çoğumuz derin düşünceye dalma deriz.Diğer adıyla yani kontamplasyon.Bu durumda zihin hem konsantrasyon hem kontamplasyon evresinde iken öz benliğimiz olan bilincimiz aşırı efor sarf eder ve zihin yorgunluğu yaşarız.İşte bu yüzden zihnimizi ve bedenimizi yenilemek için sükunete,sessizliğe ve huzura ihtiyacımız olduğunu unutma.

Sürekli aktif olan bir zihinle bir süre sonra enerjilerini kontrol edemez,şeffaflık ve berraklık ile yaratıcılık evresine geçemez,bunun sonucunda da zekanı kullanamayacak hale gelirsin.Enerjilerini kontrol edemeyenler ise oluşturdukları iyilik ve sevgi çemberini muhafaza edemeyerek kötü enerjilerin etkisine maruz kalıp kötülüklere katkıda bulunmaya başlarlar.

Kötü enerjilerin ne olduğunu artık tüm dünya bilmekte bunu yeniden açıklamayı gerek görmüyorum.

Benim burada anlamanızı istediğim şudur ; Öncelikle kendi dünyasına ve dış dünyaya barış, sükûnet, huzur, şifa, mutluluk, neşe ve iyilik getirmek isteyenlerin, derin düşüncelerden ve stresten yorulan zihinlerinin düşünceyi aşma tekniklerine ihtiyaçları vardır. Birleşik alan teorisi yardımıyla düşünceyi aşabiliriz,bunun bir çok yöntemi olduğu gibi,çok basit ve aynı zamanda fazla zamanımızı almayacak olan, her gün 20 dakikalık derin dinlenme teknikleriyle zihnin ötesine geçip düşünceleri aşma becerimizi arttırabiliriz.

Birleşik alandan çıkan doğanın dört temel kuvveti vardır.Bunlar çekim, elektro manyetizma, nükleer kuvvet ve radyasyondur.Bütün bunlara birleşik alan kuramıyla (Teorisiyle) bakarsak farkına varacağımız sonsuz zeka ve enerji kaynağına ulaşabileceğimiz de bir gerçektir.

Dünyaya barış, sükûnet, huzur, şifa, mutluluk, neşe ve iyilik getirmekle görevli olduğuna inanıyorsan bu görev sadece talep edip istiyoruz demekle olmuyor maalesef.

Her birimizin yaratılışımız için sorumluluk alması gerekiyor.Bunun içinde iyilik kavramlı arzuladığımız dünyayı yaratmamızı engelleyen her şeyi temizlememiz gerekiyor.

Bu evrende tamamen aydınlanmış ruhi varlıklar olamasak da dünyada sadece spiritüel tekamül ile ilgili görevlerini icra etmek ve diğer ruhi varlıkların spiritüel tekamülüne yardımcı olmak için yaşayan aydınlanmış ruhi varlıkların  olduğunun bilincine varmalıyız.Onlar dünya insanının spiritüel manzaralarından nefret etmekteler ve şiddetle spiritüel tekamüle ihtiyacımız olduğunu belirtmekteler.

Çünkü spiritüel tekamül sayesinde bireyler kendilerinin, başkalarının ve dünyanın yararları için yeteneklerini kullanmaya başlayacaklardır.

Yaşadığımız evren işte biz insanlara bu yönde gönderilmiş mesajlarla doludur.Önemli olan  aklımızı ve zekamızı kullanarak,o mesajları okurken kelimelerin arkasındaki anlamı okumaya çalışmamız gerektiğidir.

Belirli bir frekansa geldiğimizde dünyaya daha faydalı olabileceğimiz için, bu okuma eylemi esnasında kalbimizin beynimize nüfuz etmesi gerekmektedir.

Bizim algılayabildiğimiz,içinde yer aldığımız boyut 3 cü boyuttur. Görsel zekamız ve beynimiz 3 boyuta göre şekillenmiştir.Bütün bunları 4 cü ve 5 ci  boyuta hazırlık olarak düşünün.

Çünkü sonu gelecek sandığınız dünyanın sadece 3 cü boyutu sona erecek.4 cü ve 5 ci boyuta titreşim ve frekanslarla ulaşmak dünyamızın altın çağa girdiği şu dönemlerde artık sizin elinizde.

Sevgiyle ve şefkatle kalın…

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Facebook'ta Paylaş

Paylaş

Her Bilgi Doğru Bilgi Değildir

Artık şunu biliyorum ki ; dünya denilen yerde doğru bilgilerin akıtıldığı insanlar var ki; onların çoğunluğu bir kaçı dışında gerçekten susuyor,cehalet bu yüzden konuşuyor.
İnsan denilen canlı gündelik yaşadığı yaşamında koca bir tiyatro izleyerek kötüler tarafından uyuşturulurken,bu insanlardan sadece şuurlarının üstüne geçebilenler,auraları geniş olanlar ve kötü enerjiden arınabilenler,temizlenebilenler bilgi akışının devamı için bilgi merkezince bilgilendirilmeye devam ediliyor.
Gündelik yaşam tiyatrosuyla kafası meşgul edilen insanların bu yüzden bildikleri kendilerine yetmiyor.Bildikleri kendilerine yetmiyor çünkü mutsuz, depresif, stresli ve gergin yaşamlara mahkum edilmiş haldeler.
Doğru bilgi,ancak kendisine uygun enerji ortamını hissettiği zaman doğru kişiyi yakalayabiliyor.
Bana göre her bilgi doğru bilgi de değildir aynı zamanda.
Ve ne kadar sorgularsan sorgula doğru bilgi negatif enerjinin yoğun olduğu gerilimli atmosferlerde aktif olmaz.Negatif enerji kötü enerjidir ve evrendeki bütün kötü ırklar bu enerjiden beslenerek yaşam alanlarını genişletirler.Negatif enerji aynı zamanda İnsan için radyasyon demektir ve radyasyon her canlının biyolojik olarak DNA sını nasıl bozuyorsa,sağlıklı bir bedeni 2.5 – 6 Gy ( 2 500 – 6000 mGy) dozu ile nasıl kısırlaştırıyorsa,sağlıklı zihinlere ulaşması gereken doğru bilgileri de bozar..
Ve insanlardaki gözlemlediğimiz düşüncede ki kısırlık ve kabızlık diye nitelendirdiğimiz durumların ana nedeni budur.Düşüncede kısırlık ve kabızlık yaşayan kişiler kötü enerjilerin etkisiyle hem doğru bilgiye ulaşamıyorlar hem de cehaletin çizgisinden kurtulamıyorlar.

Bazı kişilere şaka gibi gelse de ülkeler arası savaşlar, sokak isyanları, yaşanan depremler(tektonik enerji patlaması),biyolojik savaşlar sonucu çoğalan hastalıklar,diplomatik ve ekonomik krizler,mutsuz, depresif, stresli ve gergin yaşamlar ,maalesef kötü durumların yaşanmasına neden olan negatif enerjiyi daha üst boyutlara taşımış ateşlemiştir.
Bu durum DNA sı bozulmuş,düşünemeyen insan ile de körüklenmiş, toplum sağlığını ve hareketlerini etkisi altına almıştır..Sonuç olarak kendisini var edebilecek güçte olan insan,hem kendisini hem de yaşadığı gezegeni negatif enerji ile besleyerek yok edebilecek duruma gelmiştir.Çünkü kendisini negatif enerjiden korumasını bilmeyen bir canlı yaşadığı gezegeni asla koruyamaz.
Ey insan !!
Kendini ve yaşadığın gezegeni koruyabilmek için doğru bilgiye ihtiyacın var.Dünyaya üç yaşında bir çocuğun gözlerindeki ışıltı ile bakmadığın sürece bu konuda ki ihtiyacın olan doğru bilgiler asla sana gelmeyecek.
Ülkeni seviyorsan,bir ülkem olsun derdiyle çatışmalara giriyorsan, önce yaratıcının kudretine inan ve yaratıcının senin dışında yarattığı tüm yaratılmışlara pozitif enerji ile yaklaş.
İçinde öfke ve korku varken,dışından yapmacık bir gülümseme ve endişeli bir kabulleniş ile asla pozitif enerji üretemezsin.
Çoğunluğun güttüğü düşünce ve hareketler doğrudur diye bir kaide yok.Yaratıcının sana bahşettiği aklını araştırmaya ve okumaya kullan.

İnsan dünyayı yok etmeye programlanmış bir canlı bombadır aslında.. Dünyayı imha etmektense doğru bilgiye ulaşarak üzerindeki bombayı imha et.Çünkü bu senin sorumluluğun.
O zaman ülkende olur yaşamını sürdürebileceğin gezegeninde.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

Ey İNSAN !!

Ey İnsan;
Hizmet üretimi sırasında ortaya konan insan kaynağıymış EMEK…
Adem’in de en değer vermediğidir aynı zamanda…
Ve İnsanı yıldıran,bezdiren,şevkini kıran ve kolay kolay düzeltemeyeceğimiz sorunlardan biri de bu…

Sizler de yaşadığınız yaşamda emek verdiğiniz ve insanlık için ürettiğiniz elle tutulur, gözle görülür somut olsun,soyut olsun varsa emekleriniz mutlaka İnternet dünyasını tercih etmektesiniz.Bir çoğu sıradan kullanıcı iken,bir çoğunuz araştırıyor,bir çoğunuz elinizin,bileğinizin ve beyninizin gücüyle zor şartlarda üretmek için yine İnternet’i kullanıyorsunuz.Çünkü çağımız İnternet çağı ve insanlara ulaşma alanı yine İnternet.
İnternet’in kötü yanlarından çok, iyi yanlarını da düşünerek hareket ederseniz,yaşamak istemediğiniz bir şeyi karşınızdakilere de yaşatmazsanız karşılıklı üretimin hem verimini alırsınız,hem de emeklerinizin karşılığını.

Yaşamda emeklerinizin hak ettiği yeri bulmasını istiyorsanız,etrafınızda ki emek veren başka canlılara da dikkat edip destek olmalısınız..
Zincirleme bir yasadır bu..İyimser olursun,verici olursun,üretici olursun,destekçi olursun,döner dolaşır olduğun kadar sana destek olanları da,seni sevenleri de karşında bulursun.Bulamadığında yılma ve pes etme..Kötümser olma.Beklediğin kişilerden değil beklemediğin kişilerden bulacaksın..

Empati ile düşünün karşınıza çıkan hadiseleri ve kişileri.
Değer yargılarınızı empatiden sonra çalıştırın.
Kişi kendinden bilir her şeyi.
Şu dünyada kolay bir şey yoktur.Hele emeksiz hiçbir şey yoktur.
Aşk bile yoktur.
Bu yüzdendir hepimizin söylediği bir nakarat vardır ve bilirsiniz hepiniz.
“Emeğe saygı” dediğimiz sözün içeriği de bu anlattıklarımı barındırır..
Sağlıklı bir ruh haline sahip olan İNSAN vakıf olduğu bir şeyde emek olduğunu hissetmişse, beğense de beğenmese de bir bütün olarak emeğe saygı göstermelidir.

Bunu neden yazma gereği duydum bazıları için attığımız adımları,yazdığımız her satırın parantez açıklamasını da yapmamız gerekebilir,açıklayayım.
ATLAS UFO UZAY BİLİMLERİ VE DÜNYA DIŞI YAŞAMI ARAŞTIRMA MERKEZİ nin kurucusu arkadaşımız,insanlık için haddinden fazla emek vererek,aklınızın alamayacağı bilgileri canlı olarak İnternet aracılığıyla öyle kendi görüntüsüyle falan da değil,uzayın bilmediğimiz derin boşluklarından görüntüler alarak hiç bıkmadan,fotoğraflara ya da anlatımlara kimse inanmaz diyerek canlı olarak kendi sesiyle cihazlarıyla çekimler yaparak bizlere taşıdı aylarca.
Kötü enerjilere maruz kalsa da yılmadı.İşte bu emektir.

Halbuki bu yayınlar ciddiye alınırsa bir çok araştırmacı yazara da kaynaktır aynı zamanda.
Fakat sırf bu değindiğim konu yüzünden arkadaşımız çalışmalarını durdurdu.Ve bu araştırmaları destekleyen,bu araştırmalara katılan bizleri de maalesef bu durum oldukça üzdü..
İnsanlık için hiçbir ücret almadan bu şekilde emek harcayanlarınız var ise bunun ne demek olduğunu iyi bilirsiniz.

Ne kadarınız ciddiye alır bilmiyorum diyorum,diyorum çünkü bu durumdan bir tek o arkadaşımız değil bir çoğumuz muzdarip durumdayız.
İnsanı yıldıran,bezdiren,şevkini kıran ve kolay kolay düzeltemeyeceğimiz sorunları şu faydasını gördüğümüz İnternet denilen alanda yaşamamak ve birbirlerimize yaşatmamak dileğiyle diyorum..

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

 

Paylaş

Dört Milyon Yıl Önce Kimdiniz ?

“Tanrı,Allah,Yaratıcı güç”

İnsan evrenden alabileceği bilgiyi inanmadığı sürece hiçbir zaman alamaz. İnanmaya başladığı andan itibaren bilgi akışı başlar.

İnsanın yaratıcı güç hakkında alabileceği bilginin bile sadece belirli bir yüzdesi vardır.Bu sebeple “insan her şeyi biliyorum” dese de aslında her şeyi bilmediğinin farkında bile değildir.Ruhumuzun cinsiyeti yok.

Ve her birimiz yaratıcı gücün bir parçasıyız.Bu yüzden Ruh bilgiyi aktaran enerjinin ta kendisidir.Buna inanmaya başladığımız andan itibaren sezgilerimiz açılır.
Beynimizde sezgilerimize yardımcı olan ve bu görevi üstlenen minicik bir organımız vardır.
Epifiz bezi ya da diğer adıyla pineal bezi veyahutta üçüncü göz dediğimiz o küçücük organ hissettiklerimiz hakkında bizi araştırmaya zorlar.

Eğer ışık ve karanlığı iki uç düşünürsek,ışıktan karanlığa doğru oluşturulmuş sonsuz bir havuzdadır ulaşmaya çalıştığımız bilgi.
Bu bilginin belirli bir yüzdesine,yani izin verildiği kadarına erişmiş olanlar öncelikle Tanrı’ nın istediği gibi Tanrı ile bir olmayı,birlikte olmayı kabul etmişlerdir ve yüksek benliği kavramışlardır.
Ruhsal evrimlerini tamamladıktan sonra da ruhsal olgunluk aşamasına geçmişlerdir.
Yaratıcı gücün gezegenimizde ayakta tuttuğu muhteşem bir sistemi var.

Sistem “Sevgi” ile işliyor.Bu sistemin temel ilkesine aykırı olanlara ise perde hiçbir zaman açılamamaktadır.
Ruhlarımızda denge ve şefkat olmazsa yaratıcı güçten ruhumuza kim olduğumuza dair bilgi aktarımı ve kaynak maalesef gelmiyor.
Ruhumuzun cinsiyeti yok ise ve ruh bilgiyi bedenler arası aktaran enerjinin ta kendisi ise ve her birimiz yaratıcı gücün bir parçasıysak düşünsenize 4 milyon yıl önce kimdiniz ?
Sevgiyle düşünün…

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

Kedinin Ruhumla İlişkisi

gmölı

Kedi acıkınca miyavlıyor.Gidip kedinin önüne yemeğini koyuyorum.Kedi yemeğini yerken sevgiyle bakıyor gözlerime.Yemeğini bırakıp gelip avuçlarımın içine kafasını sürtüyor.Patilerini kaldırıp omzuma yerleştiriyor.Kafasını okşuyorum.Usulca gidip yemeğini yemeye devam ediyor.O yemeğini yerken eski kedim geliyor aklıma.

Kendi halinde sabahtan akşama kadar çalan radyoda bir şarkı başlıyor.
“Zalim kader yine ördün ağlarını,bitsin yeter ! Hak etmedim ayrılığı”
Boğazım düğümleniyor.Kedi hissetmesin diye bir köşeye geçip sessizce ağlıyorum.Şarkı bitiyor inadıma çalıyor sanki Sezen Aksu.
“Tut ki karnım acıktı anneme küstüm,tüm şehir bana küstü.Bir kedim bile yok anlıyor musun ? Hadi gülümse”
O gülümse dedikçe sesimi kısa kısa daha da çok ağlıyorum.

Eski kedim için mi ağlıyorum,yoksa bir kedi yüzünden kaybettiğim senin için mi…
Yoksa senin yüzünden ölen kedim için mi…
Şarkılar çaldıkça anlamsız bir durum kafesliyor ruhumu.

“Şu kedi kadar sevmedin beni” demelerin aklıma geliyor.
Bir kediyi kıskanarak öldürüşünü ve sonra çekip gidişini düşündükçe öfkeleniyorum.
Seni de bir kedi kadar sevmiştim oysa.
Ama sen bir kedinin önüne yemeğini koyar gibi tenimi önüne koymamı istedin hep.
Şimdi düşünüyorum da, şayet senden payıma düşen sevgi, önüne koyduğum yemek karşılığında düşecekse,bil ki kediler karnı açken de tokken de seviyordu beni.
Buna sevmek diyorsan gör ki tıpkı kedilerin beni sevişi gibi demek ki ben de çok sevmişim seni.
Fakat sen kedi gibi sevmiyordun beni.
“Düşün beni düşüneyim seni,sev beni seveyim seni” gibiydi senin sevgi anlayışın.
Bu arada hani sebebi olduğun,uzunca bir zaman beni terk etmeyen o gerilim baş ağrılarım vardı ya,senden sonra yok oldular.Üzülebilirsin.
Şimdi bak sessizce ağladığım için olsa gerek yada eski kedimi kıskançlığından zehirlemiş olduğunu hatırladığım için olsa gerek,yada anımsadığım sen olduğun için yine başım ağrımaya başladı.Sevinebilirsin.
Olduğum yere uzanmak zorunda kaldım,baş ağrım geçer umuduyla gözlerimi kapattım.
Şimdi yanımda olsaydın kesin şunu da derdin “şu nankör kedi için ağladığın kadar ben ölsem ağlamazsın”.
“Keşke kedinin yerine sen ölseydin” demek geliyor içimden.Sonra “Tövbe” diyorum .”Allah versin hakkını” diyorum.
Ben bunları düşünürken,karnını doyuran kedim yatağımın üstüne çıkıyor, bacaklarımın üstünden yürümeye başlıyor.
Sanki bilir gibi,ağrıyan başımın üstüne göğüs kafesinin tüm sıcaklığını vererek yatıyor.Birde nankör derdin kedilere.Kıskanıyorsun biliyorum.Kıskan.
Şu kedi kadar sevmedin beni diyordun ya,acaba şu kediler kadar beni anlamadığın için, ruhumu göremediğin için olabilir mi ?
Bunları benim düşündüğüm kadar düşünmeni isterdim.

Bil ki kedinin ruhumla ilişkisi senin tenimle olan ilişkini tek geçer.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

Fitnesi Pisliği Artan Dünya!

 arakanda-budizm-vahseti-devam-ediyor
Yüklediğim görsel de de görüldüğü gibi Budistlerin caniliği gözler önünde…
Budistlerin oldum olası ilginç kıyafetleri, kazıtılmış saçları, ibadet şekilleri, törenleri, yaşadıkları yerler, yoga ve meditasyon gibi garip uygulamalarına bugüne bugün ben kendi halinde hiçbir Müslümanın karıştığını görmedim daha.
Bugün Kuran okuyarak dünya birincisi seçilen bir çocuk, sırf Kuran okudu diye pabucumun Budistleri tarafından vahşice öldürülüyorsa
Anlarım ki, işgüzar Deccal’in İslamiyet ve Müslümanlıktan rahatsızlığı sonucu,dünyada ki her hesap,her oyun ve kurulan kumpaslar kainatta oluşturulmaya çalışılan bu nefret, İslam ülkeleri ve Müslümanlar içindir.
 
Halbuki Budist rahiplere öğretilen ahlaki ilkeler arasında en önde geleni öldürmeme ilkesidir.
Sri Lanka ve Birmanya ülkelerinde bu durum apaçık ortadadır.
İki ülkede de yaşanmış  bir İslami tehdit yoktur.
Ve Müslümanlar barışçıl tavırlarla  azınlıktadır.
 
Aslında insan zihni, şu sorunun peşine düşünce cevabı buluyor.
 
Neden Budist rahipler halkı Müslümanlara karşı kışkırtan konuşmalar yapıyor ve hatta onlarca kişinin öldürüldüğü olaylara şahsen katılıyor?
 
Bana göre cevabı ;Deccal’in dinsel kışkırtması…
 
 
Ama burada beni her daim titreten ve değişmeyen tek bir gerçek vardır ki ;
Doğu,Batı,Güney,Kuzey fark etmez bu dünyanın her tarafında çocuk,her daim çocuktur.

 

? Fitnesi,pisliği artan dünya, senin suçun olmasa da,
son denen yere dünyalıların büyük çabalarıyla yaklaşıyorsun galiba.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

O Güzel Gözlerin Var Ya Kainat Demek Aslında

gözler kainat2
Bazen sokağa çıktığımda gerçekten ruhsuz, sevimsiz ve korkunç bakışlı insanlarla karşılaşıyorum.Gözlerine bakınca içlerindeki o canavar karakteri algılayabiliyorum.
Bazıları bu anlattıklarımı önemser,bazıları önemsemez peyderpey yaşar gider.
“Acaba evlerinde eşlerine karşı,çocuklarına karşı nasıllardır ya da iş arkadaşlarına karşı nasıllardır ? Yoksa yaşamları çok mu ağır,mutsuzlar mı ?” diye sorgular geçer zihnimden. İstemsiz bir şekilde,bir tarayıcı gibi insanların gözlerini iki saniyede tarar gözlerim.
 
Hayır bunlar yaşamın ağırlığının mutsuz ettiği insanlar değillerdir.Yaşamın ağırlığı onlar için sadece sığınmak için bir nedendir.
İçten fesat,kinci ve şerli yanlarını etrafındakilere karşı çakma kibarlıkla saklamaya çalışsalar da,benim ruh perim nedense o simalardan hiç hoşlanmaz.
Çoğunlukta böyle durumlarda bir antipati,gerginlik oluşuyor, eminim bu bir çoğunuzda da oluyordur.
 
Etrafınıza bakın.nice ağır şartlarda çalışıp hayatında yolunda gitmeyen,onca işleri olan insanlar vardır ve buna rağmen gözlerinde pırıl pırıl bir ışıltı,sıcakkanlılık,samimiyet ve gerçek gülümseme vardır.
Şimdi “sana ne bundan,kendine bak” diyenler de olabilir.Kendime bakmadan hiçbir konuyu dile getirmem zaten ben.
Eğer ben yaşadığım toplumun bir bireyi isem ve bu beni etkiliyorsa ki etkiliyor,o yüzden bana ne diyemediğim konulardan biridir bu konu.
 
Şöyle düşünün ;
Deprem gibi mesela..İki tektonik levha birbirini itmeye başlarsa zamanla bir gerginlik oluşur ve bu gerginlik git gide artar. Levhaları meydana getiren kayaların bu gerginliğe dayanamayarak kırılmasıyla depremler meydana gelir.
İnsanlar arasında ki ruhsal iletişim de böyledir.
Suratında meymenet yok dediğiniz insanların ruhunuzda silinmeyecek izler bırakması ve kendinizi afet bölgesi gibi hissetmenize neden olması, ilk görüşte oluşan o iticilik kuvvetini ciddiye almayıp,sizin tedbirsiz davranmış olmanızdan kaynaklıdır..En iyi alınacak tedbir ne derseniz ; bana göre iki saniyeden fazla göz göze gelmemek,enerji kapsamlarına girmemektir.
 
Bana soruyorlar bazen;
“Sence güzellik nedir” diye.
Benim için insanda güzellik demek; dış görünüş,giyim kuşamdan ziyade tebessümün ne kadar yakıştığı ve gerçek olduğudur.
Gözlerinin içi gülen insanlar güzel insanlardır..Ruhları gözlerinin içinden gülümser onların…Çünkü yüz ve beden değil,ruhtur asıl güzel olan.
Mesela gülümsemesi ekşi ve kırık olandan,donuk ve asık suratlılardan korkarım ben,kanım kaynamaz, negatif enerjiler hücum eder ruhuma ve üzerimde yoğunlaşan gerginlikten dolayı asla konuşamam.
Başıma ağrılar girer.İşte bu; ruhsal iletişimde gerçekleşecek olan bir depremin sinyali demektir.
 
Bunların tam tersi nice yüzler de vardır ki gayet sempatik,sevimli ve alımlıdır.Güzel ve çekici görünürler insan gözüne.Aslında o derece devasa güzellikleri de yoktur simalarında.
Dedim ya ruhları gözlerinin içinden gülümser onların…Ve bize güzel görünürler.
“Ne hoş biri,ne kadar sempatik,ne kadar sıcakkanlı” deriz.
Harbiden de insan bu tür simaları görünce içi açılıyor.
 
Düşünsenize sabah kalktınız,güneşin ilk ışıklarıyla spor yapmak için dışarı çıktınız.Sporunuzun bitme saatine dek enerjiniz harika ve pozitifsiniz,adeta kendinizi kendi çabanızla yenilediniz.
Üstüne bu ruhsuz, sevimsiz ve korkunç bakışlı insanlarla günün başlangıcında karşılaştınız ve göz göze geldiniz.O nasıl bir ağırlıktır ki hiçbir işiniz rast gitmez.İsteğiniz kırılır,nedensiz bir halsizlik çöker.Hatta etrafınızdaki dostlarınız “havadandır havadan” der sallar geçer ve sizde buna inanırsınız.Hiç aklınıza gelmez o ruhsuz,sevimsiz ve korkunç bakışlı insanla sabah karşılaşmış ve uzun süre göz göze kalmış olduğunuz.
 
Şimdi düşünün hangisi olarak anılmayı tercih ederdiniz ?
Ruhsuz, sevimsiz ve korkunç bakışlı insan olarak anılmak mı ?
Yoksa ne hoş biri,ne kadar sempatik,ne kadar sıcakkanlı dedikleri biri olmak mı ?
O halde sokağa çıkarken,içinizdeki çocuğun ruhunu öldürerek suratınıza taktığınız o maskelere hiç gerek yok.Evinize gelirken ailenize karşı taktığınız maskelere de gerek yok.
 
Çünkü siz ne yaparsanız yapın,ruh gözlerden ben buyum diye fışkıracaktır zaten..
Bu yüzden ruhunuzun şelalesinde oynaşan çocuğu ele geçirecekler diye set örmeye çalışmayın…Aynı şekilde başkalarının ruhunda ki neşeli çocuğu da kıskanarak bencilce karanlıkta bırakmayın.Bu sizi ruhsuzlaştırır ve sevimsiz yapar.
 
Bırakın ruhunuz neşeli ve mutlu olsun,arınsın,gözlerinden etrafına ışık saçsın.Başka ruhlarda ışığınızdan etkilenip evreni aydınlatsın.Eğer kainatın güzelliği,ruhsuz ve sevimsiz insan sayısının azalmasına bağlıysa,bilin ki bunun sırrı sizin gözlerinizde saklıdır.
 
Kainatın güzelliği gözlerinizin içinden,yani bakışlarınızdan gelecektir.
Çünkü sahip olduğunuz o güzel gözleriniz ; aslında kainat demektir.
 
Gözlerinden ışık saçan o içinizdeki çocuğa sevgilerimle.
18767629_10213491918520557_4519821600454650642_n
 
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

DERDİNİN GAMINI O’na BIRAK

bbdc8522a771bffa3478156808bf5fc0

Ey kendini ararken,fanilerin karanlık kuyusuna düşmüş,ışığını kaybetmiş insan…
Kendini boşuna arama…
Sen; aslında insanlığın derdini kendine dert eylediğin yerdesin…
Kendi derdinin gamıyla inlerken de vesvesenin kölesisin…
Kendi derdinin gamına çöreklendiğin vakit, insanlıktan kopup bittiğin yerdesin.
Nefsin sana mesaj verir der ki; sen ne zaman sefa süreceksin ?
Halbuki senin ışığın,senin sefan, sırlı perdenin ardındadır bilmezsin.Işığa erişenlerden duyar da kime inanacağını bilmez,işitmek istemezsin.
Bilir gibi olursun da içini kemiren vesveselerden ötürü bilmemezlikten gelirsin.
Hep verilmiş sıkıntıları görür de,suallerine yanıt bulamayınca isyan edersin.
Bil ki o sevgili sana sıkıntı veriyorsa; seni sevdiğindendir.Bilir ki sen acı çektikçe bütün fani dünyadan sıyrılıp ona sarılacaksın.
Ve o bilir ki ruhunla beraber her yerin karanlıktadır..O bilir ki karanlıkta sen o’nu arayacaksın.
Ve o bilir ki cennetinden kovulanlar da karanlığın içinden sana doğru gelmekte ve seni kazanmak için türlü illüzyonlarla seni ele geçirmek istemektedir…
Nefsine gelir yerleşir bir iblis ve başlar en çetin savaşın. İblisle girdiğin savaşı bir tek o görür ,bir tek o izler. Unutma, iblise galip gelmek istiyorsan senin bu savaşta tek yardımcın yine Allahtır.Eğer ki ilahi emirlere karşı gelmeye başlarsan iblis kazanır.
Sen de bil ki nefsin bir demirdir,ve demir tavında dövülmelidir. Fani hayat seni dövdükçe,o bilir ki nefsine yerleşen iblisi ezerek ona ulaşacaksın. Nasıl ki etrafından bir insana seslenmeden kendisinin dönüp sana cevap vermesini beklemek akla mantığa ters ise, Hak katında da değerin, Allah’a ne kadar seslendiğin ya da ne kadar içten seslendiğin ile doğru orantılıdır. O’na ulaşınca da o bilir ki karanlıkta kalan her yerin aydınlanacaktır.O yüzden iblisle olan savaşında hep senin kendisini çağırmanı bekler. Bu yüzden senin akli kemalinle kendisine doğru koştuğunu, kapısını çaldığını görmek ister..
Aslında hummalı bir aşktır Allah ile arandaki bağ..Bunu senin keşfetmeni ister..Bu yüzden her vefalı aşık gibi hummasına vefalı bir aşık ister..Unutma ki aşk, güçlü bir bağlılık hissi ve kişisel bağlanma duygusudur.Şeytanı şeytan yapan ise kibirdir.Yeter ki kibrini bırak ve Allah’ın aşkına nail olmasını bil.
Kendince sürekli “Benim içim temiz ve ben dürüstüm” diyorsun,buna rağmen bazı geceler,feryadını duyuramadığını mı düşünüyorsun ?Yoksa sen, her yarattığının çağrısına yetişenin,senin imdadına yetişmeyeceğini mi düşünüyorsun ? Belki de seni tam vefa ile tamamlanamadığın için gözlüyor ve o’na tamamlanarak ulaşmanı bekliyordur.. Şayet vefan da varsa bir kusur bunu sen tamamlayacaksın.
O’na ulaşamıyorsan,neden ulaşamadığının farkında ol.Nefsine ezilip,vesveselere yenilip,iblise eğilip önünü göremediğin için olabilir mi ?
Bu o’na ulaşmayı yeteri kadar isteyip de,sana gönderdiği meleklerine inanıp da isimleriyle çağırmadığın için olabilir mi ?
O’na aşk ile bağlanmaktan,onun aşkının peşinde sürüklenmekten korktuğun için olabilir mi ?
Belki de varlığını inkar edenleri dinleyerek,onlara kısmende olsa kulaklarınla katıldığın içindir.
Eğer nefsinin zevklerine kapılıp da kirlendiğini düşünüyorsan, seni bağışlamasının imkansız olduğunu düşünüyor da utancından tövbe etmeye yüzün varmıyorsa ,işte o vakit iblisin kötü ruhlu çocukları ruhunu ele geçirmek için harekete geçeceklerdir.
Unutma ki kibirli İblise,birinci sura kadar yaşayacağı için nesil verilmiştir. İblisin çocukları ise atalarının istediklerini ve verilen vazifeleri yapmakla görevlidirler.Bu nedenle İblisin çocukları beden ve ruhları ele geçirerek Ademoğullarını inançlarından uzaklaştırıyorlar.
Rablerinin onlara göndermiş olduğu kitapları sürekli çalıp,ele geçirdikleri, yönettikleri ruhlar aracılığı ile ayetleri çıkarlarına göre değiştirip, insanların akıllarını karıştırıyorlar.
Bağırıp çağırmak,tokat atmak gibi cahiliye şiddet adetlerini göze güzel kılıp,musibetleri arttırıyorlar.
Çünkü onlar fitneler çıkararak,İslamiyeti bitirmek ve Ademoğullarını kendi krallıklarına köle yapmak arzusundalar. Şu anda bile yeryüzünde ki en büyük emellerini İblisin hizmetine girmeyi kabul etmiş ruhlar sayesinde yavaş yavaş gerçekleştirmeye başlamış durumdalar.
Etrafına bak ne de çoğaldı ele geçirilmiş ruhlar değil mi ? Oysa uzun zamandır görüyoruz ki Allah’ın korudukları selâmetteler,korumadıkları ise sapıtmış durumdalar.
Şaşkınız yaşadığımız kainatta olup bitenlere.
Buna yaşadığımız dönemlerden örnek vermek gerekirse en basit örnek;akıl almayacak rakamlara ulaşan,ardı arkası kesilmeyen şiddet,taciz,tecavüzlü cinayetler üzerine gelen haberler ve ülkeler üzerinde ki bozguncuların kan döktüren etkilerini gösterebilirim.
Hemen yanı başımızda 38 günlük bir erkek bebeğe bile tecavüz edip ölümüne neden olabiliyorsa bir Ademoğlu ve bundan bir başka Ademoğlu utanç duyarak “Allah varsa ve bu olanlara,bu sapıklara neden izin veriyor?” diyerek haykırıyorsa şirk koşmadan,günaha girmeden döküp düşünmek gerekir.
Ve sen her sıkıştığında “Lanet olsun” diye böğürerek haykırdığın o kelimeye ve ettiğin beddualara dikkat et olur mu.Allah hiçbir zaman bu sapıklıklara izin vermez,insanlar ruhlarını cennetten kovulan iblise kaptırır ve Allah’ın izin vermediği ne varsa onları yapar.Lakin iblisin çocuklarının oyunlarına kapılmamak ve onlarında gazabından korunmak yine senin elinde.
Bu kötülüklere neden izin veriyor diye sorguladığın Allah sana kötülüklerden korunabilmen için kendisine ulaşabileceğin anahtarı vermiştir. Sen o’na ulaşan kapıyı açmak ve İblisin illüzyonlarına kapılmamak için işte tam da bu nedenle dilinden Esma-ül Hüsna’yı hiç düşürmemelisin.Esma-ül Hüsna senin bu hususta koruyucu kalkanındır.
İblisin oyunlarına büyülenerek kapılırsan fani dünyada iblisin gazabından,Gaipte de Allah’ın azabından korkmalısın.Fakat fani dünyada iblisin tuzaklı gazabından korunmak istiyorsan önce Allah’a sığınmalısın. Allah’ın karşısına çıkmaktan,her ne olursa olsun o’na aşk ile bağlanmaktan sakın korkma.Evet onun günahkar kullarına olan  azabından kork ama,o’na onun isimleriyle hitap ederek günahlarından tövbe etmek için  yardım istemekten,konuşarak huzuruna çıkmaktan korkma.Yardım istediğin gibi de hatalarından ve de yanlışlarından ötürü af dilemekten,tövbe etmekten sakın sakın korkma.
Olur ki; Allah’a olan aşkından ötürü seni hakir görenler de olacaktır. Seninle kim dalga geçerse geçsin,kim hakir görürse görsün,tövbe ederken duyduğun seslere sakın kulak asıp aldanma.O sesler ki cennetten kovulanların ele geçirmeye çalıştığı,bir kısım fasık Adem oğullarının ele geçirilmiş bedenlerinin sesleridir,işte onlara sakın inanma..
Onlar da ruhları ve bedenleri ele geçirilmeden önce zaman zaman Allah’ın birliğine,meleklerine,peygamberlerine inandıklarını dilleriyle tasdik etmişlerdir, fakat ne hikmetse kötülük yapmaktan ve günah işlemekten asla vazgeçememişlerdir.
Yeryüzünde iyilik ve kötülük savaşırken,işte onlar Evveli’ni çalmaya gelirler senden, Âhiri’ni görememen için de konuştuklarıyla zihnine perde çekerler, Zâhiri‘ne ulaşamayasın diye de fitnelerle seni yolundan çevirip kendilerine çekmek isterler.Münafık insanlardan oluşan o kötülük ordusu,içindeki o bilinmez,görünmez boşluğu kaplamak için Bâtın’a yani içindeki o boşluğa düşünceleriyle,yarattıkları vesveselerle yerleşmeye çalışırlar.Sen iyilik ordusundan ayrılır da,fasık bir toplum olan kötülük ordusuna katılırsan Allah seni doğru yola erdirmez. Işığından mahrum kalır,kendini karanlık kuyularda arar arar durursun.
İşte Evvelini,Âhiri’ni,Zâhirini,ve Bâtın’ını kaybetmek istemiyorsan, seni yaratanla her gece hangi dilde konuşabiliyorsan konuş,fakat Ademoğluna secde etmeyen iblisin kibirli çocuklarının,sana unutturmaya çalıştığı Allah’ın 99 ismini sakın sakın unutma.O 99 isim ki senin kalp gözünün açılışını sağlayan anahtardır.Kalp gözün açıldıktan sonra hiçbir rehbere zaten ihtiyacın kalmayacaktır..Senin yaratana olan aşkından rahatsız olanların hepsi,Esma-ül Hüsna’nın faziletlerine gelince,gözünün önünden anlamsızca gülerek geçerler.Çünkü onlar fanilerin karanlık kuyusuna senden önce düşmüşlerdir ve Esma-ül Hüsna’dan bihaberlerdir..
Şöyle baktığın zaman onlar Allah’ın yaratmış olduğu insan dışı varlıklara,paranormal hadiselere,Meta Fiziğe de inanırlar da büyülere bile kaptırıverirler kendilerini.İşte sen Allah’ın cennetine nail olmak istiyorsan büyülerden uzak dur,yapandan da yaptırandan da sakın kendini.
Tövbe ederken sana gülenlerin kahkahalarını ise; duyma,kapılma,yanılıp şaşma.Hatta seni yaratanla arandaki bağın arasına hiçbir iblisin illüzyonu etki edip o bağı koparmasın diye de arandaki bağa her gün dualarla kör bir düğüm at ve o düğüm Allah ile aranda daha güçlü bir bağ oluştursun.Ve iste ki kalp gözün açılınca o düğüm hiç çözülmesin,her o’na ulaşmaya çalıştığında,bir dua ile bir düğüm daha at.Bir dua,bir düğüm derken göreceksin,hem ışığa yaklaşacaksın hem de kendini ararken düştüğün fanilerin karanlık kuyusundan kurtulup Aşk ile aradığın kendine ulaşacaksın.
İnsanlar birbirleriyle doğru şekilde evrensel gücün istediği gibi birlik olduğu zaman, kendi çevreleri içerisinde birliğin ek bir gücünü keşfedecekler.Bu güç şuurlarımızın ötesine geçtiğimizde,bizlere tıpkı iblisin yolunda birlik olup ilerleyenlerin,kötülüğün etkisinden topluca kurtulamadıklarını gösterdiği gibi..Allah’ın yolundan gidenlerin de iyiliğin etkisi altında korunduklarını gösterecektir.Ve insanlar görecekler ki;bu güç doğanın kendisi içerisinde kök salmıştır ve herkesi etkiliyordur.Eğer iyiliğin etkisi altında korunmak istiyorsan, Hak bilinciyle kalbini Hakka tam anlamıyla teslim etmek zorundasın.Gaipten önce fani dünyada ki sınavlarında senden beklenen işte budur.
Ve lütfen fani dünya içinde yüreğini saran hüzünler,sadece aciz Ademoğullarının derdi için olsun. Dilinden zikrettiğin dualar ise insanlık için bulduğun çözüm olsun.Bulduğun çözüm ise insanlığın kanayan yaralarına şifa olsun.. İnsanlığın derdini kendi derdin bil ve Allah’a ulaşmak için ne gerekiyorsa yap…Çünkü Aşk,İlahi Kutsal Frekans birlikteliğidir.
Yaşadığımız evrendeki değişimler,insanlardaki değişimler,gün gün seni rahatsız etmekte ve korkutmakta.Güncel yaşantında insanlarla diyalog halinde iken, farkına vardıkların seni endişelendirmekte.Fani dünyada din,dil,ırk,mezhep farkındalıklarını mesele halinde görmekten lütfen artık vazgeç. Sen aciz bir kuldan başka bir varlık değilsin.Allah evrensel bir güçtür ve bu yüzden gizlidir.Seninle beraber tüm canlıları yaratmıştır.Nefsinden ötürü,İblisle beraber lanetlenmek istemiyorsan Allah’ın Sev dediklerini sevecek,uzak dur dediklerinden uzak duracaksın.
Der ki ;Araf Suresi 180 ayetinde “İSİMLERİN EN GÜZELİ ALLAH’INDIR.O HALDE O’NA O GÜZEL İSİMLERLE DUA EDİN”.(Araf Suresi 180)
Kendi derdinin gamına ise,oturup sakın kuruntu ile vesvese yaparak ağlama.Seni ağlatacak kadar derin ise gamın,kederin Esma-ül Hüsna zikri ile Allah’a bırak… Çünkü Esma-ül Hüsna ile o’na ulaşacak,ulaştığın zaman ise arınacak, hayat bulacaksın….Ve emin ol, o’na ulaştıkça da ışıl ışıl parlayacaktır yüzün ve gözün…Yeter ki Allah aşkıyla dolsun özün.

 

https://www.youtube.com/watch?v=ye6-tHDr-0E

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

ADAMIN DİBİ MÜJDAT GEZEN

Adamcağıza vaktiyle etmediklerini bırakmadılar.Levent Kırca ile beraber yol arkadaşlığı yapan Müjdat Gezen’e vatan haini bile dediler.Sırf  memleket aşkıyla,kendi vatanlarında halkın büyük bir çoğunluğunun sempati duyduğu bu adamların Atatürk sevdalısı oldukları için,başları belaya girsin istediler.
Onların adına sosyal medyalarda hükümeti karalayan çakma hesaplar açıldı,sanki onların ağzından çıkmışcasına halkı örgütlemeye çalışan tehlikeli söylemlerle fotoğrafları yazılarla donatıldı,ve akıllıyım diye geçinen,bildiği kendine yetmeyen,her gördüğüne atlayan o çok sanat sever halk bu iki adamı   tabiri caizse itin götüne soktu.
Şimdi kahraman polis şehidimiz Fethi Sekin’in çocuklarının eğitim masraflarını üstlenince de;
“Oww adamın dibisin,adamsın işte.Helal olsun sana Müjdat Gezen”.

Bu davranışı Levent Kırca’da yapardı kesinlikle.O vakit yerin dibine geçirdiğiniz Levent Kırca’da adamın dibi olur muydu ?

Nasıl inciniverdim olduğum yerde.Her şeyden önce topluma ışık tutmaya çalışmış,her şeye rağmen bir özür hak eden,sanat adamlarına karşı bu nasıl bir pişkinlikti,yalakalıktı.
mujdat-gezen-den-levent-kirca-borcu-icin-aciklama-borcu-olsa-ben-oderdim--6819965

“Keşke Levent Kırca’da sağ olsaydı da görseydi yol arkadaşına söylenenleri” dedim içimden.”Ruhu hortlayıp da gelse ne isabet olur” dedim kendi kendime.Ya da oradan bakıyordur şimdi günahına girenlere.

Vatandaşların,şehit polisimiz Fethi Sekin’in çocuklarının eğitimini üstlenmesiyle,o davranışından ötürü  Müjdat Gezen için “Adamın dibisin işte adam bu” sözlerini okuduğumda  sanki Levent Kırca’nın pos bıyığından gülerek Müjdat Gezen’i dürtmeye geldiğini hissettim.

O iki yüzlü çubuk oturduğum yerde beni de dürtmüştü.Bir ucu kırgınlık, diğer  ucu hüzünle karışık huzurdu çubuğun.
Ruhu şad olsun,şimdi yaşıyor olsaydı gülüverirdi  yine o pos bıyığıyla…
Kesinlikle gülerken de şunu derdi ;
“Bunca yıl kalbimizdeki vatan sevgisini göremeyenlerin karşısında ne çabuk adam olduk Müjdat ?”
“Hani haindik ya biz ?”
Adamın dibi Müjdat cevaplardı.
-“Biz zaten adamdık Levent ,memleket hali kardeşim.Benim yaptıklarım her insanın yapması gerekendi,sen de yapardın adamım.”
Levent Kırca “Sor bakalım onlara” derdi adamın dibi Müjdat’a.
“Atatürk ilkelerinden vazgeçmemiş,vatan üzerindeki kirli oyunları fark etmiş,şuuru açık,algılara düşmemiş,kendini halkını aydınlatmaya adamış, o güzel güzel sanat adamlarını cemaat algılarına,düzeneklerine kurban ettiler ya ,o adamların kalbini hain damgasıyla topraklara verdikten sonra vicdanları rahat mıymış ?”
“Sor sen kardeş sor ” derdi.
Sonra komik bir yüz ifadesiyle;
Yol arkadaşı Müjdat Gezen’e bakarak kırpıştırırdı göz kapaklarını,
Omuzunu silkelerdi küçük çocuk gibi “Olsun” derdi.
“Benim bu kalbime vatan haini deseler de,sen biliyorsun Müjdat.Allah da şahit ki benim bu memleket sevdamdan,memleketimin insanından yemediğim küfür,şahsıma edilmedik hakaret kalmadı.Benim bu kalbim memleket aşkıyla atarken durdu,biz Atatürk çocuğuyuz adamım,bizim adamlığımız Atatürk’ün adamlığından ötürüdür Müjdat.Olacak o kadar söyle bunu onlara ” derdi.

Ve yine gülerdi pos bıyığıyla…
Ama o derin gözlerinden de yaş gelirdi.

12112124_10153312499253737_2418803658790083403_n

Buradan çocukluğumdan bu yana derin sevgi ve saygı duyduğum Levent Kırca’nın ruhunu anarak,davranışlarıyla bugün değil her zaman adamın dibi olan yol arkadaşı Müjdat Gezen hocamıza saygılarımla diyor,siyonizmin algı operasyonlarına yenik düşerek kıymetinizi bilmeyen,cehaletiyle sizi inciten, üzen cehalet adına özür diliyorum.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

#GeçmişOlsunTürkiye #GözünüAçdaGeçirmesinlerArtıkTürkiye

maxresdefault

Geçmiş olsun dedikçe gelip geçenden ziyade,köküne kadar geçirilen ülke oldu Türkiye…
Şimdi #GeçmişOlsunAntep diyeceğim ve Antep bunu acısından,öfkesinden hissetmeyecek .
Lakin hainler bu halkı ayaklandırıp,devlete karşı şemkirtene kadar ülkenin her şehrinde bu bombaları patlatacaklar.Her türlü eylemle karşı karşıyasınız..Ne zaman bitecek diye sormayınız.Biz bitene kadar devam edecek.
Çünkü bilindiği üzere Hibrit savaşlarına maruz kalmış durumdayız.
HİBRİT SAVAŞLARI terimini yeni duyanlar için kaynak bilgiyi burada belirtelim.
‘Hibrit savaşlarında öncelikle şunlar yapılır:

**Öncelikle hedef ülkede yaşayan ve müzahir olduğu değerlendirilen bir kısım halkın önceden örgütlenmesi ve eğitilmesi gerekir. Bunu sağlamak için hedef ülkeye istihbarat elemanları ve gayri nizami harp unsurları sızdırılır.

**Halkın örgütlenmesini teşvik etmek için hedef hükümetle ilgili karalama kampanyaları başlatılır.

**Enformasyon ya da bilgi harbi elemanlarınca hangi kaynaktan alındığı bilinmeyen gerçeğe aykırı haberlerle, hedef ülkede yaşayan bir kısım halk kışkırtılır. (BURAYA DİKKAT)

**Siber savaş unsurlarınca hedef ülke bilişim sistemlerine saldırılar düzenlenir.
**Varsa hedef hükümetin gizli faaliyetleri deşifre edilir.

Velhasıl bu bombalar,bu ölümler artık devlete karşı gelip ayaklanmanız için yapılmakta.
Ne yapıyoruz ? Devlete ana avrat saydıranların arkasına düşmüyor,onların yorumlarına bile karşılık vermiyoruz.Tanımadığımız insanlarla yazılı klavye savaşları yapmıyoruz.
Elimize,dilimize fren balata koyuyoruz.
Bu korkaklık değildir.Bu gerçekleri bilmek kadar kendini bilmektir.
Elimize,dilimize fren,balata koymadığımızda olacakları görebilmektir.
Yılların devrimcileri bile çekilmiş bir kenarda sistemin kan kaybederek kendini temizlemesini,yenilenmesini ve savaşmasını izliyorsa düşünmek gerekir.
Birde değişmeyen acı bir gerçek vardır ki ; Bugünlerden 20 yıl önceki iktidar ve muhalefet sorumludur.Artık bu ülkenin davası iktidar ve muhalefet davası değildir.Söylenecek her söz bugüne dek söylenmiştir..Boş boş konuşmak olur bu vakitten sonrası..Karalama kampanyalarına katılmak artık yersizdir.

Bu ülkenin bugün Cumhurbaşkanının kim olduğu ise şu aşamada önemli değildir.
Önemli olanın Türkiye’nin Cumhurbaşkanını planlanmış bir suikast bekliyor olmasıdır..Başarırlarsa tıpkı 13 yıldır karabasan gibi üzerine çöküp istedikleri yönde,ajanlarla kendi hesaplarına göre kullanıp, adım adım ilerlemelerini sağlayacak başka birini getirecekler.
Yani işin aslı şu ; onların dertleri tam yetki isteyen Tayyip Erdoğan’dan çok senin ÜLKEN…
Ülkemizin Fethullah gerçeğinden sonra yaşadığı son durumlara bakılırsa tabi ki tam yetki isteyecek,çünkü sağımız hain solumuz hain dolu.Gördük önce yetki alanları..Küreselcilere ve siyonizme çabuk domaldılar.
Şu bilince varmak gerekir.
………….Başkanlık mevzularının arifesinde başlasın diye çırpındıkları devlete karşı olası ayaklanmalar bumerang gibi ülkemize dönecektir…..
Bunu İnternet’te kontrol altında tutun…Fişeklemelere kapılıp kimseleri fişeklemeyin…..
Bir kıvılcım bekliyorlar..İnternet’ten insanları sokağa dökecekler.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanını devirirlerse eğer ;
bayrağımız yere iner,direği de milletçe kıçımıza girer.
Bu yüzden düşünce özgürlüğü altında devlete ana avrat saydıran köşe yazarlarının arkasına düşmüyor,onların arkasına kapılıp düşenlerin sosyal medyadaki yorumlarına bile karşılık vermiyoruz.
Bizlere düşen Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşı olarak hainlerin ekran fotosunu çekip gerekli yerlere bildirmektir.

#GeçmişOlsunTürkiye #GözünüAçdaGeçirmesinlerArtıkTürkiye

Cansel Işık

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

Dersimiz:Oyun Teorisi Ve Stratejik Karşılıklı Etkileşimler

slide_3x
Dersimiz:Oyun teorisi ve stratejik karşılıklı etkileşimler
Evet ülkece uzun süredir kanlı,canlı bir oyunun içinde sürükleniyoruz.
Ve sizler her şeyi ihaleler krallığına çalışan,particilik tiyatrosunda hainlerin akınına uğramış devletinizden bekleyemezsiniz…Atatürk gibi düşünmek zorundasınız.İnancınızı yüksek tutmak zorundasınız.Mademki bu oyunun içine çekildik,ve sizler her kaybettiğiniz oyunun bir sonraki hamlesinde başarılı olmak istiyorsanız o oyunu analiz etmek zorundasınız.
Bir oyunu analiz etmek için ise;
• Oyuncuların kimler olduğunu,
• Oyuncular için hangi eylemlerin mevcut olduğunu,
• Her oyuncunun her bir sonuca ne kadar değer biçtiğini,
• Her bir oyuncunun ne bildiğini iyi bilmeniz gerekir.
Bir oyuncunun edineceği fayda ise sadece kendi stratejisine değil, aynı zamanda diğer oyuncuların oynadıkları stratejilere de bağlıdır.Bunu unutmamanız gerekir.
Karşınızdaki paralel yapının kertenkeleleri bu konuda gayet eğitimliler ve bu yolu izleyerek sizi hedefleri doğrultusunda emperyalist devletlerin destekleriyle etkileyerek alt etmeye çalışmaktalar.Çünkü etkileyen devlet, etkilenen devletin kaynaklarından “yararlanma” hakkına sahiptir.Bunu da aklınızdan çıkartmayın.
Devletin başındakinin kim olduğu onlar için önemli değil.Ahmet Mehmet yada Erdoğan..Fark etmez.İktidara geçen her zaman alt devletin veziridir.Vezir bile bilmez vezirliğini.Ne zaman ki tek başına padişah olmayı ister alt devlettekiler buna izin vermez.Çünkü alt devlet ezeli oyundaki hilelerle çoktan emperyalist dış devletin tasması altına girmiştir..Üst devlette alt devletin tasması altındadır.Paralel yapı demekle kastettiğimiz kişiler ise; devletin alt yapısını çok çok evvel zaman içinde,40 yıllık bir süreç gibi zamanda usta oyunculuk sanatıyla ele geçirmiş,ülkemizi emperyalist güçlerin kucağına oturtmuş bizlerin her gün medyada gördüğümüz,masum sandığımız o özel seçilmiş devlet adamlarıdır.Ve zamanla kendilerini kamufle ederek yerlerine görünmeyen veliahtlarını yerleştirmişlerdir.Görünmeyen alt devlette her etnik kökenin bir lideri vardır.Ve her biri emperyalist devletlerce vaatler ve aktiviteler ile tasmalanmışlardır.
Şimdi üst devlet olarak koltuklarda oturanlar ise onların kucağından kalkmak için tasmayı kırdılar ve bu oyunda savaş veriyorlar.Ne demiştik ?
İktidara geçen her zaman alt devletin veziridir.Ne zaman ki tek başına padişah olmayı ister alt devlettekiler buna izin vermez.
Daha önceki yazılarımda da belirtmiştim.
“Alt devlet Türkiye Cumhuriyetinde yaşayanları yani sizleri tek tek ayırarak düşünüp hizmet etmez.Sadece halkın iradesiyle gelmiş gibi gösterilen kişileri dış devletlerin projeleri doğrultusunda besler,destekler ve sonra istenilenler yapılmazsa verdiklerini geri ister.İstediği verilmez ise de kendi stratejik oyunlarıyla sistemini uygulayarak alır.
Ve bu oyunlar her zaman halkın üstünde oynanır.
Özellikle bastırılmış,itilmiş dışlanmış kitleler,birbirini sevmeyen istemeyen etnik kökenler bu oyunda hedef alınır.O bölgede bölgesel olarak kan döktürülür,huzursuzluk çıkartılır.Herkesin rolü önceden yazılır.” demiştim.
İşte paralel yapının sivil kertenkeleleri,bilişim ağında yani İnternet üzerinde rollerini alarak sizlerin düşüncelerinizi gözlemleyerek kamu psikolojisi üzerinde strateji geliştirmekteler.
Bu yüzden bu oyunda hamleleriyle vatandaş olarak sizlerin korkmanızı,sinmenizi istiyorlar,vaktiyle hainler tarafından zayıflatılmış bir devlet yapısı imajı veriyorlar ve korkuyla zihinlerinizi uyuşturup sizleri öfke ile şahlandırıp,devletinize karşı ayaklanmanızı sağlamaya çalışıyorlar.
Aynı zamanda etnik köken ve farklı inançlara sahip insanlarla sosyal medyalardan tahriklenip örgütlenip sokaklarda, mekanlarda birebir çatışmanızı istiyorlar.
Çünkü başaramadıkları son hamlelerini yine kıramadıkları halkın zinciri üstünde kullanmaya çalışıyorlar ve çalışacaklar.O kadar ki Sivil Toplum Kuruluşlarının bile içine sızmış durumdalar.
Öte yandan Ak trol diye piyasaya hortlayan grubun ise % 90 ı fetö nün bilişimden sorumlu imam ordusuna ait kertenkeleler.Devletin yönetimindeki kişilere öfkelenerek baş kaldırmanız için saptırıcı asılsız görseller,yorumlar ve yazılar ile sizlerin zihinleri üzerinde çalışıyorlar.
Onların partilerle hiçbir alakası ilgisi yoktur.Sadece misyonları uğruna o vizyonu kullanıyorlar.Bunun bilincinde olmak ve ülkeniz için bu hususta polemiklerden uzak durmak zorundasınız.
Bundan sonra toplumun korkmasına,sinmesine buna tezat olarak da bilinçsizce iç savaşa sürükleyecek tarzda kışkırtıcı yorumlar ve paylaşımlardan kendinizi sakının.Zihninizi açık tutun,güçlü olun,halkımıza zayıflık mesajı verecek düşüncelerinizden arının.Yukarıda yazdığım oyunun analizini yaparak kazanmak istiyorsanız oyunu kuralına göre oynayın.Karşı tarafın fikirsel,düşünsel tuzaklarına düşüp sosyal medyalar aracılığı ile gafil avlanmayın.
Kendi içimizde oluşturulan karanlıkları aydınlığa çevirmek yine bizlerin elinde..Ve bunlar ülkesini vatanını seven vatandaşlar olarak bizlerin sorumluluğu.
Şunun farkına varın..Ülke olarak ve vatandaş olarak bu oyunda bize tasma takanların elinden kendi gücümüzü elimize alıyoruz.Ve güç bizde.Güçlüyüz biz.Onların göstermeye çalıştığı gibi zayıf ve korkak değiliz biz.Emperyalist ülkelere batıyoruz biz.
EVET GÜÇ BİZDE VE BU OYUNU BİZ KAZANACAĞIZ.
Onlar korkularından ne yapacaklarını şaşırıp,kudurdukça kan döküp içmekteler..
Bizleri siyahlara,matemlere ve karanlığa gömmeye çalışıyorlar.Bu yaptıkları hamleler bizleri korkutmamalı..Korku dikkati dağıtır ve hedefi saptırır.Teslim olmayın..
Biz zihinlerimizin kontrolünü onlara vermiyoruz ve karanlığa doğru değil ışığa doğru yöneliyoruz.Işığı takip edin karanlığı değil..
Sosyal medyalarda kafanızın karışması için görsel medyalar üzerinden çalışan sivil kertenkeleler şu anda da görev başında hummalı biçimde bu karanlık için çalışıyorlar..Sizde ışık için çalışmalı ve sindirilmeye çalışılan toplumu ışığa doğru çekmelisiniz.
Atatürk gibi düşünün…
Bu ülkesini ve vatanını seven sizlerin vatandaş olarak en kutsal görevidir.
ozgurluk
ONLARA ARTIK HAYATIN HİÇBİR ALANINDA İSTEDİKLERİNİ VERMEYELİM..
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

MUTLU ÖLMEK LAZIM AZİZİM

 

note paper on cork board

Geceleri açan bir çiçek gibiyim aslında ben..Tıpkı Kardelen çiçeğinin,üstünü örten o buz gibi karları delip de açtığı gibi.Ben de katran karası gecelerin sessizliğini delerek açıyorum ruhumun taç yapraklarını.Adımı “Gece gelen” koymuştu vaktiyle biri.”Sen hep geceleri çıkıyorsun ortaya,gündüzleri hiç yoksun” diye söylenirdi sürekli.Sonra,sonra okudukça yazdıklarımı,bana “Gece Delen” demeye başlamıştı.Çünkü geceleri çok az kişiler görürdü beni.

Sıcak ve şefkatli elleriyle tüm kök hücrelerimi okşasın diye, kokuşmuş yalnızlıklara inat,gündüzleri sadece güneşe karşı verirdim bedenimi.
Bugünlerde ise geceyi bu kadar severken,sevmediğim tüm ayazlar geceme yapışır oldu.Geceler daha bir soğuk artık.
Sanki “yeter artık açma şu yapraklarını” dercesine yerime çakıyor beni..Soğukları ise hiç sevmez benim bu bünyem.Soğuk ve Gece.Ürkütüyor beni,sevdiğim ve sevmediğim ikisi bir araya gelince..
Soğuktan ve yalnızlıktan olsa gerek,çok da uyuyasım geliyor bu aralar.Bir soğuk bile yetebiliyor beni mutsuz etmeye.Ve korkuyorum uyurken,ya soğuktan mutsuz ölürsem diye.

Kendime kahve yaptım şimdi.Gece mavisi bir kupam var elimde,üzerinde beyaz ışıldayan yıldızlar.Sanki kupa değilde gök kubbe.
Bir kaşık gece,bir kaşık aşk ve alabildiğine hece..

Kahvemi yudumlarken şu an seni duyuyorum mesela “aaa o ne biçim laf ağzından yel alsın,yakışıyor mu hiç ölüm kelimesi sana ” diyorsun.
Bunları demeyi lütfen bir kenara bırak artık.Dünyaya direk mi kalacağız ki ?Bari iki dakika realist ol..Üstelik aklıma gelmişken; hani bu ölenlere hep bir ağızdan “ölüm sana hiç yakışmadı” diyorsunuz ya,bu ölümün yakışanı da ne demek yahu?
Çok saçma değil mi ? Gıcık kapıyorum bu hareketlerinizden.

Bak şu insanlara açlık yakışıyor, mutsuzluk yakışıyor,acı yakışıyor,hüzün yakışıyor,kaygı yakışıyor,yalnızlık yakışıyor,hastalık yakışıyor da bir ölüm mü yakışmıyor ?
Hem bırak Allah aşkına, bu dünyada ölüm çocuklara yakışıyor da bana mı yakışmayacak ?
Üstelik çocuklar ölünce hiç olmazsa  melek oluyorlar.Ben ise tam uyku haline girmiş,vakti geldiğinde dirilmeyi umut eden,belki de bir hastane de,bilime katkı da bulunmak adına seçilmiş mezarsız bir kadavra olacağım.
Belli mi olur bir patlama anında kimliksiz de,kimsesiz de ölebilirim.Yada bir kadına şiddet davasında..Yada bir trafik canavarının kollarında.

Tabi ya uykum da bile,bir anda epilepsi krallığının prensine yenik düşüp ölebilirim mesela.
Hadi seçip beğenelim mi en yakışanından ?
Dünyanın türlü halleri var,her şekilde ölebileceğin gibi,uykunda da ölebilirsin.Uyku zaten yarı ölüm hali demek değil midir ?
Hayır düşündüğün gibi ben aslında ölmekten korkmuyorum da…
Ben uyurken ya İlhamettin gelir de “bak şerefsize uyumuş” diyerek ilhamlarımı alıp başkasına verirse.   İlhamettin’in hemen ardından ya Azrail gelir de beni uykumda kendine aşık edip götürürse… Tabi sen düşünme benim gelecek İlhamettin’i mi,Azrail’i mi ..Onlar benim kelebek kanatlı düşüncelerim.

Şaka bir yana da evet ben bu gece de uyumayacağım…Çünkü biliyorum ki güzel ve naif yaralı yürekler,gecenin karanlığına gizlenirler.Belki yine naif bir yüreğin çığlığı ulaşacak kulaklarıma…Hem uyursam duyamayabilirim.
Yazık değil mi beni o naif yüreğin çığlıklarıyla buluşturan gecelere..Araya gidecek bu güzelim sessiz geceler,kevgirden süzülen heceler..
Hem uyursam,bir daha yaşayamayabilirim gecenin sessizliğini,güzelliğini…Bunlardan mahrum kalabilirim.
Mesela gece uykumda ölürsem;etrafımı yanıltıcı ve gerçek dışı sahte sesler kaplayacak.
Canımın acısından uyuyamadığım günler de,ne iç sesini,ne de dış sesini duyamadıklarımın sahte sesleri o sesler.
Çok gürültülüler.Duymak istemiyorum.Anlaşılacak ve çekilecek gibi değiller zaten.Aynı gündüz gibiler..Ben ki gürültüyü hiç sevmem..
Bana yaşadığımı anlamam için, incitilmiş yüreklerin,dışarıya duyuramadıkları güzellik dolu iç sesleri lazım azizim…Kulağını verirsen dilden dökülenlere acının dibine gidersin. Kulağını verirsen kalplere, o vakit güzelliklere gidersin.
Kulak vermek lazım kalplere.Gündüzleri bütün kalpler gürültünün içinde hoyrat,asabi,çılgın,bezgin ve savaşçı.O beni güzelliklere götüren sesler ise hep gecenin içindeler.
Gel de bu dibine kadar naif yürekleri saklayan sessiz ve karanlık geceleri sevme..

Bu arada uyumuyorum diye,kendimi teselli ettiğimi,ölümü teğet geçtiğimi,Azrail’i sevmediğimi de düşünme sakın.
Belki uykusuzluktan ölmeyebilirim ama,elimde sayısını hatırlamadığım kahve kupasını tutarken,uykularımın ölümünü izlerken,tuhaf gelebilir fakat bütün bunlar olurken,mutlu ölmek adına büyük bir hazzın eşiğindeyim ben.
Biliyorum ölüm bir gün sizin deyiminizle bana da yakışacak,bu sebepten ölümden yana hiç tasalanmıyorum…Sende ölecek miyim diye tasalanma.
Mesela işte tam da Balzac gibi kahve içerken,en yakışanından yazı yazdığım şu masa da da ölebilirim değil mi ama ?
Zaten benim isteğimle olacak olsaydı Tanrı beni şu an çoktan almış olurdu.

Düşündüm de “Her Ölüm Erken Ölümdür” diyen Cemal Süreya’ da gitti.
“Oysa herkes öldürür sevdiğini” diyen Ramiz Dayı da gitti.
“Zaman en değerli hazineniz.Sevdiklerinizle bir aradayken sevginin, o anın mutluluğunu yaşayın.” diyen Beki İkala da gitti.Ne taş gibi babayiğit adamlar gitti..Ne kanatsız melekler gitti..Bende dünyaya direk kalmayacağım illaki.
Diyorum ki; Sende anlayıver artık,olumsuzluklara kendini kaptırıp “yeter artık dayanamıyorum,ölmek istiyorum” diye naralar atmaktan vazgeç..
Sen ölümden korkan ey korkak!! Öleceğim diye hayatı kendine de,etrafına da zehir etmekten diyorum vazgeç artık…

Zaten az bir zamanımız var.Türk filmlerinden etkilenmiş zavallı bir seyirci gibi,hasta olduğunu öğrendin diye vaktini ona buna söverek,kendini içkiye,uyuşturucuya vererek,Tanrıya gücenip de posta koyarak vaktini harcama.Vade işi bunlar,ne kadar yatırım o kadar kâr.
Gitmek için acele etme azizim, her hangi bir yerde bu söylediklerim hoşuna gitmese de,tam da yaşamayı sevdiğin yerde,gitmen gerektiği için gideceksin zaten.

Ölüm aşk gibidir azizim.Ne vakit geleceği,seni senden alıp gideceği hiç belli olmaz .
Şöyle anımsa düşün bak;onca insanlar gelmiştir yüreğine,yüreğine gelen insanlar gibi ömrün de daha çoktur ya hani gençsin bulmuşsundur hep bir bahane…Türlü bahanelerle,korkuyla kaçarsın seni sevenden,aşktan,sevmekten,sevişmekten..Hoyratça üstünü örtersin hep sebeplerin.Kafama göre özgürce takılıyorum,tadına varıyorum sanırken hayatı biri gelir çakılıverirsin yerine,kımıldayamazsın,kaçamazsın, gözlerine baka kalırsın, soluğun kesiliverir aniden.Sonra bulamazsın bir bahane, sevmeye başlarsın,sevmişsindir kaçmak istemezsin artık sevdiğinden.
Yaşamayı sevmeye başladığın an da,seni senden alıp götürmeye gelecek işte biri.Ve sen istesen de istemesen de artık aşıksındır Azrail’ine.

Vakit erken,kalplere pranga vurup daha çok iş var yapılacak derken,affetmeyi bile ertelerken,bir de bakmışsın yürekte onca kin ve nefretle kalbini temizleyemeden ölüvermişsin aniden..
Dedim ya;ölüm aşk gibidir işte.Ne vakit geleceği,seni senden alıp gideceği hiç belli olmaz.

Yaşamak da benim şu elimde tuttuğum kahve gibidir işte azizim,içtikçe tadına doyum olmaz.

Ne demiş Cemal Süreya ; Mutlu uyumak lazım azizim,Madem uyku yarı ölüm halidir.

Evet anlıyorsun bak,uykusuzluk bana bahane…Mutsuzluklarım ise şahane.

Mutlu olmak için içiyorum bu katran karası gecenin kahvesini de.

Sen mutlu et yanı başındakini mutlu uyusun.Yok mu yanı başında mutlu edeceğin kimse ?
O halde ara ve sesini duyurarak mutlu et ve onun mutluluğuyla mutlu ol.
O da mı yok ?
Desene sen de bizdensin.
Geceler bizim..Üstelik bugün de en uzun gece…
Yine gündüz bizden intikam alıyor..
Hadi yap bir kahve…Kendini mutlu et..

Bir kaşık GECE,bir kaşık AŞK ve alabildiğine HECE….

cms

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

BEKİ İKALA ERİKLİ İÇİN YAZILMIŞTIR.


1337600_7b0bb070d080cdf554b2d1f775b54cf2_640x640
maxresdefault58543f99f0dc1e51244e1ec5

Meleklerle yaşamak adlı kitabının yazarı sevgili Beki İkala Erikli’nin öldürülme sebebi ne acı ki yazmış olduğu kitapları çıktı…Ruh hastası olan katil Sinem Koç’un verdiği ifade ise ; “Bunun kitaplarını okuduktan sonra akli dengem bozuldu. Kitaplarında meleklerden bahsediyordu. Ne meleği, kendisi bir şeytan. Başkalarına zarar vermesin diye öldürdüm” şeklinde.

O kitapları bizlerde okuduk görülüyor ki bizlerin akli dengesi gayet yerinde,”o kitap dünyada bir tek senin mi akli dengeni bozdu ey zalim” demek istiyorum.
Diğer yandan Beki İkala’nın hakkında atıp tutan 2 yıllık psikologluk eğitimi almış yeni yetme psikologlar bu vaka hakkında yorum yaparak, kendilerini insanlığa adamış,yardımsever eğitimli yaşam koçlarını tıbbın ve bilimin yanında küçük düşürerek,isim yapma ve prim yapma derdindeler.Bu da ayrı üzücü bir durum.Yaşam koçları öyle hacamatçılar gibi Allah ne verdiyse diyerek bu işi yapmıyorlar. En az dört senelik bir üniversite diplomasından başlayarak ,yurt dışı ve yurt içi çeşitli eğitimlerden geçerek onaylı kurslardan geçiyorlar.Üniversitelerde Psikoloji ve rehberlik gibi bölümler olsa da yaşam koçluğu diye bir bölüm henüz olmadığı için psikologlar bu meslek alanını hakir görmekteler.Velevki Devlet yaşam koçları için mesleki yeterlilik ruhsatı vermiş olsaydı Beki İkala Erikli’yi tıbbın ve bilimin yanında 2 yıllık psikologluk eğitimi almış olan psikologlar küçük düşürebilecek miydi.
Burada “bir insan ölmüş insan” diyorum.Hatta öldürülmüş,yaşam hakkı elinden alınmış..Öldüreni bu masum kılmaz.Gerçeği değiştirmez.Kaldı ki Beki İkala Erikli’yi çok yakından tanıyan meslek grup arkadaşları olsun,yakın çevresi olsun kitaplarını okuyan bir okuyucudan yada kendisini hiç tanımamış oldukları halde arkasından atıp tutan psikologlardan daha iyi tanırlar.
Beki İkala’nın asistanından alınan bilgiye göre merhum en son “içime şeytan girdi” diyerek kapısını çalan bir hastasına yardım ediyormuş.Evet Sinem Koç adlı katilden bahsediyorum.Şimdi yakalandıktan sonraki ifade ile Beki İkala’nın yardımını almak için başvurduğunda ki sözler arasında bağlantı kuruyorum.Kişi eğer okuduğu kitaptan ötürü akli dengemi yitirdim diyorsa bunun düpedüz bir yalan olduğu çıkıyor ortaya.İlk müracaatında yardım alma bahanesinde zaten hayır yok.Eğer ki psikologlar Beki İkala’nın kapısını çalan hastaları bilime emanet etmesini söylüyorsa tıp bilimine emanet edilmiş hastalardan da bahsetmemek olmaz.
İçine şeytan girdiğini söyleyen kişiler günümüz şartlarında metamfetamine maruz kalmış kişilerdir.Çünkü kişiler ufak bir deprasyon,bunalım meselesinde hemen psikiyatrinin yolunu tutup ilaç kullanımına başlıyorlar.Tıpkı buradaki katil gibi.Tıptan fayda bulamayınca Beki İkalaya geliyor.Zaten katilin fiziksel görünümü metamfetamine maruz kaldığını apaçık ortaya seriyor.Kilo kaybetmiş bir beden,saçlar 3 numara ve ifade verirken bile saldırgan tavırlar içermekte.Bu konu hakkında daha önce yazdığım”Bir Depresiflik İlaç Almaya Geldim” adlı yazımda bahsetmiştim.İşte o yazımdan bir kesit
“Çözüm olarak ufak boyutta bir anksiyete bozukluğu da olsa, ille ilaç kullanımı gerekiyorsa,ruhsal davranış bozukluklarının kliniklerde gözetim altında muntazam bir biçimde hasta yatışı yapıldıktan sonra çocukluk evrelerinden incelenip,ele alınıp tedavi edilmesi lazım.

Depresif durumlar,panik atak gibi rahatsızlıklar atlatan insanların ciddi etkilere sahip olan bu ilaçlarla evine gönderilmesi bence büyük tutarsızlık…
Uykusuzluk için giden bir hastaya verilen Serequel gibi ilaçların,hatta kalp krizi geçiren insanlara bile verilen Xanax gibi,Lustral gibi,Paxil gibi kaygı ve endişe giderici ilaçlar çok dikkat isteyen ilaçlardır.

Düzensiz içiminde 1 gün unutulup ertesi günü içilmesi dahilinde ilaç ters etkiye başlayarak davranış mod bozukluğuna dönüşüyor,kişi bunu fark edemiyor tabi,aile yakınları kişiyi daha rahatsız davranışlarda görmeye başladığında farkına varamıyor,ilaç içimi için daha çok baskılıyor hastayı.Düzensiz içimle yine uzun süre kullanımında ise; hasta ilaçlarını daha beter alkol yada uyuşturucu gibi ek maddelerle kullanmaya,ihtiyaç duymaya başlıyor ve halüsülasyonlar yakasını bırakmamaya başlıyor.”
Katilin “içime şeytan girdi” demesi de işte bu noktada başlıyor.Akli dengesi zaten bozulmuş olan şahıs Beki İkala’nın kitabını okuduktan sonra ondan yardım istiyor.
Şimdi ben o 2 yıllık psikologluk eğitimi almış olan tıp ve bilime güvenerek “hastalarımızı yaşam koçlarından korumak zorundayız” diyen (ismini vermeyeceğim ) o yeni yetme doktor arkadaşa sormak istiyorum metamfetamin bu kadar zararlıyken halüsülasyon gördürürken,kilo kaybettirirken,cinayet işletirken bu insanlara çok güvendiğiniz tıp neden ilaçları yazıp hastaları evine postalıyor ?
Neden kliniklerde doktor gözetiminde tedavi edilmiyor.?
Neden sabah akşam içeceksin şu gün yeniden gel diyerek toplumun içine başıboş salınıyor bu insanlar ?
Yaşam koçlarından hastaları korumayı düşüneceğinize,bir ruh hastası tarafından öldürülmüş iyilikleriyle başarısıyla,güzel davranış ve iyilik ikonu olmuş bir insanın arkasından atıp tutarak prim yapmayı düşüneceğinize sizler önce insanları tedavi etmek için kullandığınız uyuşturucu içerikli ilaçlardan koruyun.
O zaman toplumu da bu katillerden korumuş olursunuz.
İlaçları kontrolsüzce insanlara teslim edip,içti mi içmedi mi durumunu gözetmeden,ilgilenmeden salarsanız topluma, haliyle ruh hastaları tıptan umudunu keser Beki ye de gider Bekir’e de..
İnsanlara ilaçları sırf ilaç ticaretinden komisyon almak adına yazıp gönderirken malum bir ruh hastasının da gelip siz psikologları,psikiyatrileri öldürmeyeceğini ne biliyorsunuz ?

İnsanlar bilinç altlarındaki kirlilik yüzünden mutsuzlar,huzursuzlar,başarısızlar ..Bilinçaltındakileri metamfetamin içerikli,dopamin salgılasın diye verdiğiniz kokain içerikli boktan bir deprasyon ilacı mı temizleyecek ?
Yaşam koçlarını tanıdığımdan bu yana sevgi dolu ilaçsız bir dünyam var benim.İnsanları,yaşamı daha çok sevdim ben,empati yeteneğim daha bir arttı,bir çoğunun uyuşmuş algısının aksine algım daha da yükseldi.Düzgün nefes alış verişlerim sayesinde oto-kontrolüm düzene girdi.Manyetik zekamı uyuşturmadan kullanabilmeyi yaşam koçlarından öğrendim.Müzikler arasına yüklenmiş subliminal kodlarla ruhumu temizleyebilmeyi öğrendim.Düşünce gücümü kullanmayı öğrendim.
Kendimi psikolojik sorunlar için kapitalizmin köpeği olmuş tıbba kaptırmadığım için ve sevgili Beki İkala’nın kitabına sahilde bir bankta unutulmuş olarak rastladığım için,o kitaba sahip olduğum için kendimi o kadar şanslı hissediyorum ki..
İyi ki okumuşum o kitabı..İyi ki yazmış..Ruhu şad olsun.Bu kadar faydalı olan bilinçli,bilgili bir insanı acımasızca katledildiği halde bugün karalayanlar ve arkasından atıp tutanların da dili kopsun diyorum.

Ve Mevlana’nın bu sözü de bu yazımı okuyup paylaşanlara dip not olsun.
“Yol kesenler olmadıkça, lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça, sabırlılar, gerçek erler, yoksulları doyuranlar nasıl belirir,nasıl anlaşılır?

Cansel Işık

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

AŞK AKILLI BİR ADAMIN ELİNDE İSE

f46

“Psikojenez prensibine göre temelde tek yanlışın var” dedi.
“Nedir o ? ” dedim
“Senin gibiler pek kimsenin işine gelmez” dedi.
“Neden ?” dedim.
“Haddinden fazla akıllısın” dedi.
“Biliyorum hiç iyi değil bu durum” dedim.
“Aptalı oynarsın ama akıllı olmaktan yine kurtulamazsın”
“Çünkü sen aptalı oynadıkça içini kurtlar kemirecek.” dedi.
Hemen ilave ettim;
“Bir de bakmışsın etrafımda bir kaç tırtıl sürüngen,kalbimi öğlen yemeği, beynimi akşam yemeği yapma niyetindedir değil mi ? ” dedim.
“Seni bu yüzden seviyorum fakat özlediğin aşka da işte bu yüzden hasret bırakıyorum,çünkü sen kendin gibi akıllı adamları seviyorsun, lakin aşk akıllı bir adamın elinde ise,sistem akıllı bir kadına göre işlemeyecektir ” dedi.
O gözlerime bakarak sigarasını yaktı,bende suratına dahi bakmadan kahvemi yudumladım.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

TECAVÜZ DE SAP-SAMAN AYIRIMI

s-29e5418591d6a5a64bff759bf7aabb3acbf5c55e

Resmen ülke de tecavüz konusunda beyin illüzyonu yaşanılıyor.Halkın algısı zaten pelt.
Mevzu başka yere götürülmüş.Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedenle Tecavüz eden TECAVÜZCÜLERE af falan yok.
Öyle saçmalık mı olur.13 yaşında markette çalışan bir çocuğa 14 kişi tecavüz etti.Şimdi bu 14 kişi aynı zamanda evli ve mahkeme sürüyor.Bu 14 kişi o kızla evlenebilir mi ? 
Bu yasa 16/11/2016 tarihinden önce daha çok yaşı tutmayan, ailesinin rızası ile yada rızası olmadan kaçarak evlenmek istemiş fakat yasalar gereği resmi haklara sahip olamamış,aynı zamanda herhangi bir engel çıkmasın,bizi ayırmasınlar diye çocuk yapmış yaşı küçük genç çiftleri kapsıyor. 
Bundan evvel bazı geri zekalı ana-babalar (tövbe estağfurullah ) köylerde,doğu da ,metropol de hiç fark etmeksizin okumaya yüzü olmayan,ya da ailesi başında olmayan yaşı küçük kızları bu durumlara az mı soktular.Sonra yasa o bilincinde olmadan aile kurmaya kalkmış o erkek çocuklarını da,onlara yardım eden aile ve aile yakınlarını da çocuk istismarından ve tecavüz davasından yargılayarak gerekli cezayı verip hapse attı.
Burada sapla saman hikayesi var.O yaşı küçük evliliklerden olan çocuklara devlet el koydu.Anne ve babadan yoksun kalıyorlar.Aile olmaya çalışan yaşı küçük anne tecavüze uğramış olmasa bile kamuya düşen dava da yaşı 18 altında olduğu için mağdur olarak değerlendiriliyor,aile olmaya kalkmış 18 yaşında yada 20 yaşında bir erkek çocuğu da aile onayından destek alarak bu yasal olmayan evliliği yapmış olsa bile,zor kullanılmış tecavüz olmasa bile devlet bu tip evlilikleri 16/11/2016 dan sonra asla kabul etmeyeceği gibi bundan önceki ceza evinde bu suçtan yatanların bu yasa ile aftan faydalanıp ailesinin başında bulunmasını kadın ve çocuğunu bir arada tutmaya,mağduriyetleri gidermeye çalışıyor..Türkiye de bu şekilde çocuğunun babasını ceza evinden çıksın diye bekleyen ve çocuğunu esirgemeden alabilmek için gün sayan çok insan var.

Şayet Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedenle TECAVÜZ varsa en ağır suçlu durumunda cezalandırılacak olanlar ayrı.
Yani SAPLA SAMAN ayrılıyor.

Bana göre sapla samanı ayırdıkları sürece sorun yok.Bu çok hassas bir konu.Bahsettiğim durumları yaşayan yasaya göre zorla tecavüz olmasa bile yaşı küçük evlenip çocuk yapmış yaşı küçük kızın kocası yasaya göre çocuk istismarı ve tecavüz davasıyla değerlendirilip içeriye düşmüş ve gelmişler 24 yaşına Adam halen ceza yatıyor.Kadın ve çocuk dışarıda zor yaşamın içinde…İşte o adamları çocuklarına ve eşlerine kavuştursunlar.Diğer tecavüz davalarına işlemesin bu durum.Ve sonra da idamı getirsinler.Ben bunu makul görebilirim.

Burada çocuk ön planda ve devamında erkek egemenliği sayesinde aile düşünülürken işin özüne gelirsek KADINLARIN HAKKI VE KORUNMASI için düşünülen bir durum tabii ki yine yok..

Önerge sunulur geri çekilir,yine saçma sapan gündem.Ve zaman gösterecek tecavüze uğrayanın biz olmayacağını ne biliyoruz ki.

HİÇ UMMADIĞIM KİŞİLERDE BUGÜN GÖRDÜĞÜM ALGI,VESVESE ve….ÇORBA..

Yarasın cümlemize…

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

GÖRÜNEN BİR ÖLÜMLÜSÜN

s-7ad4896c01c8618f21bb8d70228e2222af10cce2

Her konuda konuşan, her şeye karışan, herkese emreden,büyüklük kompleksine kapılan o insan ki her şeyi yapabileceğini düşünmeye başladığında,kendini o vakit Tanrıyla da kıyaslamaya başlar..
Kulların en yücesi,en ulusu,en ünvanlısı ve büyüklük yapanı da olsan,sonsuzlukla karşı karşıyasın,fakat aciz kalacak kadar da zamanın kısa.
Nedir önemli olan ?
Sahip olamadığın olmaya çalıştığın o mallar,mülkler mi ?
Başarısız olursam dışlanırım mutlaka en iyisi olmalıyım kurgusu mu ?
En önde olmak ve istediğin her şeyin sadece senin olması mı ?
En önde olabilmen için daha kaç kişinin ölmesi lazım ?
Hayalini kurduğun araba için daha kaç para lazım ?
Kaç çuval hayalin var ?
Ya da bu hayallerini gerçekleştirmek için önünde kaç yılın kalmış olabilir ki ?
Ya da hepsine sahip oldun da güç müdür gerekli olan ?
Güçlü olduğunu kanıtlamak için daha ezeceğin kaç fakir insan kolonisi lazım ?
Paran var da mutluluğun sağlığın mı yok yanında ?
Bak dışarıda güneş var.Gökyüzüne bak hadi !!
Sonra denize bak !!
Ne istiyorsun hayattan ?
Aşk mı,huzur mu,coşku mu ?
İstediklerinin adları ne ?
Söylesene !!
Sahip olamadıkça neden hep kötülük istiyorsun ?
Neden hep bela okuyor,lanet ediyorsun ?
Sonra da kalkmış “Tanrı varsa bunca kötülük niye? Neden Tanrı kötülüğe izin veriyor?” diyorsun.
Bunca kötülüğü sen ve senin gibiler şuursuzca istediniz çünkü.Ve Tanrı verdi.Neden iyilik var evrende düşünmediniz.Bir yarış başlattınız hangimiz en iyiyiz acaba ? Hangimiz süperiz ?
Hangimiz güçlüyüz ? Hangimiz zenginiz ?
Ben vereyim sana cevabı;
-“Hiç birimiz Tanrı olmadan bir bok değiliz”
Şu an bir ölümsüzlük iksiri getirseler,deseler ki bu iksirden sonra sen artık bir Tanrı kadar ulusun deseler,bu uğurda her şeyini hiç düşünmeden feda edeceksin değil mi ?
Nedir bu büyüklük merakın ?
Nedir bu ululuk mertebesine erişme çabaların ?
Nedir bu insanları küçümseme,ezme telaşın ?
Aşk sana küsmüş,”kahru perişan ol” diyor sana,huzur elini çekmiş yanaşamıyor,şaşkınlıkla seni seyrediyorlar.
Hadi hiç gitmeyecekmiş gibi,ölmeyecek bir ölümsüz gibi davranmayı kes artık.Tefekkür et..Sonra da tevekkül.
Şu kadarcık bir zamanın kaldı.
Zaten yarısını bitirdin.
Geri vites atmayan o saat senin için de ilerliyor.
Tanrıya kafa tutmayı bırak..Çünkü sen Kabil’den de türemiş olsan  görünen her ölümlü gibi,görünen bir ölümlüsün bunu hiçbir zaman unutma.
Görünmeyen sadece enerjin..

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

AKIL SAVAŞLARI

aptallar-ve-korkaklar

Eğer istedikleriniz verilmiyor ise ;
Almak zorundasınızdır.Bazı şeyler hak edilmiş ise zorla alınır.
Mesela“BAĞIMSIZLIK ” gibi.

Belkide her şeyi yaratandan beklememek lazım.
O zaten bizlere vereceğini vermiştir
“AKIL” gibi.

Eğer hak ettiklerinizi kaybetmeye başladıysanız;
Ya düşmanınız çok akıllıdır,
Yada piyon olup sizi satacak kadar zayıftır.

Eğer istediklerinizi alamıyor iseniz;
Ya APTALSINIZDIR
Yada savaşma aşkını yitirmiş bir KORKAK.

Bilin ki;
Akıl savaşları aptallarla oynanmaz,
Oynansa da kaybeden taraf her zaman
APTALLAR VE KORKAKLARDIR.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

KESKİN SİRKE KÜPÜNE ZARAR .

 gh
Her gün Facebook sayfamı açtığımda “Aklında neler var ? ” diyor namı değer Facebook.
Bense “Aklımda neler var merak mı  ediyorsun” diye haykırmak istesem de beni duymayacağını biliyorum.
Fakat gel gör ki,sanırım sayacı patlayan bir su saati gibi bütün sayfalara akacağım bugün ben yine.
Aklımı yakalayamıyorum,aklım benden kaçıyor.
Aklımda neler var sence ? İnan bende merak ediyorum.
Aklım…Aklım…Aklım…
“Akıl mı bıraktılar lan !! “diye haykırmak geliyor içimden.
Ülkem karışık,yaşadığım sokak karışık.
Bugün bir Suriyeli kaosu yaşadım ki kafam karmakarışık,
Ya o beni öldürecekti ya ben onu.Öfkeme hakim olmak için derin nefesler alıp verdim,ellerim ayaklarım freni boşalmış rampadan aşağı inen araç gibiydi..Direkten döndüm.Bütün mahalle bir kıvılcım bekler vaziyette,diken üstündeymiş meğersem.
Eline sopasını alan,demirini alan mahalleye bela olan Suriyelilere karşı tetikteydi.Bir sürü Suriyeli ev tutmuş oturduğum sokakta,bazılarının gıkı çıkmıyor,oturdukları binaya uyum sağlamaya çalışıyorlar,kapı önüne pencereye bile çıkmazlarken,benim şansımdan mıdır nedir oturduğum binanın zemin katındakiler resmen bir felaket..
Şimdi ben bu yazıyı yazarken ırkçılık yaparak yazmıyorum bununda altını çizmek isterim.
Oturduğum binaya taşınan ilk gelen Suriyelilere savaştan dolayı yaralanmış oldukları için acıyordum,kiminin kolunu şarapnel parçası yaralamış,kiminin bacağı sakattı.İnanılmaz derecede de selam sabah bilen insanlardı.Yemeklerimizi bile paylaştık.
Sonra bu tılsım ne oldu da  bozuldu,mahallede  oturduğum binanın zemin katında yaşayanlar Müslümanlıktan uzak bir başka boyutta çirkefler, iğrenç bir boyutta kavgacılar ve  artık saldırganlardı.
Kendilerine yapılan kıyafet ve eşya yardımlarını bile çöpe atıyorlardı.
Bütün gün birbirleriyle kavga ediyorlar,ilk başta üç yada dört kişilik aile iken birden 20 kişilik bir kalabalık  çıktı ortaya.
Laga,luga Arapça kavgalarından kafam şişmişti.Bunlar muhtemelen aynı evde birbirlerini istemeyen,hatta akraba bile olmayan,emlakçılar tarafından yerleştirilmiş kişiler diye düşünürken,ilk önceki oturan Suriyeli ailenin içinde kira ile oturduğu evi bir başka Suriyelilere kendileri de ikamet ederken kiraya vermiş oldukları ve kendi içlerinde sorun yaşayarak etrafı rahatsız ettikleri çıktı ortaya.Gece gündüz aralıksız,sesleri tüm mahalleyi çınlatıyordu.
Daha önce mahalledekilerden şikayetler alıyordum,ama karışmıyordum.Çünkü Arapça bilmiyorum.Binanın temel ihtiyaçları ve harcamaları için bile muhattap olmaya kalktığımda iletişim kurabileceğim kimse olmayınca bir kaç komşu cebimizden karşılıyorduk.
Günlerden en çok sevdiğim yine bir Pazar günüydü.Aşırı derecede başım ağrıyor,beynim zonkluyor ve uyumak istiyordum sadece.Yırtık sesler,çığırtan kadın sesleri çoğalmıştı.Pencereye çıktım,aşağıya baktım.Bir çocuk gördüm balkonlarının önünde.Seslendim;
-“Söyler misin biraz sessiz olsunlar,bağırmasınlar” dedim
Çocuk Türkçe anladı ve Arapça onlara beni işaret ederek bir şeyler söyledi.
Çok geçmeden aşağıdan pencereden göremediğim birinden yırtık bir kadın sesi çıktı.
-“Sen kim bana karışmak,git evine kimsin sen karışıyorsun,karışamazsın,defol” dedi.
Tabi o yırtık sesten sonra bedenime sanki tüm elektrik santralini döşemişler gibi bir sarsıldım.
-“Ne demek karışamazsın,ben kimim bu binada oturan mülk sahibiyim” dedim.
Lakin kime diyorsun ki,o yırtık ses car car ,taramalı tüfek gibi çığırtkanlığıyla taramaya başladı aşağıdan yukarıya beynimi.
Lahavle dedim içimden.Demeye kalmadı şangır şungur cam sesleri geldi,cam kırıldı aşağıdaki evde.Pencere camı üstelik,bana hiddetinden camı kırmıştı.Tutamadım kendimi yukarıdan aşağıya döşedim bende,ne saydırdığımı hatırlayamayacak kadar gözüm dönmüştü.
Hatırladığım sadece;
-“Geliyorum aşağıya,dur sen bak o cam öyle kırılmaz bak nasıl kırılır geliyorum şimdi o kırdığın camla gırtlağını kesmez miyim” dedim.
Ama yerimde duramıyorum.Bütün mahalle kapıya pencereye fırladı,bir kısmı zaten hazırda tetikte bir kıvılcım bekliyormuş meğersem.Bir kısmı telefon açmaya başladı bana.
-“Aman bırak lanet gelsin onlara ,dur gitme,inme aşağıya,bir şey falan yaparlar sana” dediler beni durdurmak istediler.
Telefonda konuşmalarla beni oyalayarak kafamı dağıttılarsa da öfkem geçmedi,elim ayağım hop hop hoplamaya devam ediyordu.Polis çağırmak geldi aklıma.
Çağırdığım polis mi ?
Ne mi yaptı ?
-“Kavganızı edin,biz polis olarak bir şey yapamıyoruz,ölen ölsün kalan sağlar bizimdir” dedi.
-“Peki” dedim ” Ben sağ kalırım,şimdi gidip gırtlağını keseceğim o halde beni ceza evine atacak mısınız ” dedim.
-“Seni atarlar,onlara bir şey olmaz” dedi.
-“Ya beni öldürürlerse onlara yine mi bir şey olmaz” dedim
-“Bayan” dedi “Yıldırma politikası kullanın o halde,ne bileyim ev sahiplerini bulun,imza toplatın,savcılık kanalıyla çıkarttırın,onların kiralık evlerde,binalarda oturma hakkı yok aslında kamplarda hakları var,savcılıktan emir gelmeden karışamıyoruz” dedi.
Polis arabasıyla geldi formaliteden bir tur attı,bakındı ve gitti.Ne ala memleket…
Polisler giderken “Lanet olsun böyle sisteme,kendi ülkemde şu düştüğümüz hale bak” dedim.
Gel gelelim evin sahibini tanımıyordum bile.O daire de önce oturanlar çok iyi bir aileydi aslında.Onları buldum,öfkemden onlara kızdım.Onların dediğine göre evlerini emlakçılar bir başkasına satmıştı.Ve o adam da kendi oturmayıp  kiraya vermişti.En son ki ev sahibini bulmakta baya zor oldu.
Bulunca da gerçi  bir şey değişmedi.Her şeyin para olduğu şu kainatta kime ne diyebiliyorsun ki…
Benim anlamadığım Suriyelilerin acınacak halde olduklarını söyleyerek vicdanlarımızla oynamaları.Esas acınacak halde olanlar bizim vatandaşımız.Üç kuruş için her pisliğe göz yumacak dereceye gelmişse,para için her şeye eyvallah diyebiliyorlarsa esas acınacak olan bizim vatandaşımızdır.
Bir daireyi ev sahibi emlakçıya kiraya ver diye bırakıyor, bir Suriyeli kontratla kiralıyor,kendisi de içinde yaşamak şartıyla  hem hısımlarına,hem memleketlilerine pansiyon gibi kira içinde kiraya verebiliyordu.Bir daire de halen 20 kişi tıkış pıkış yaşamak denirse yaşıyorlar.Her türlü ahlaksızlığın olması bile olasıdır bu durumda.
Her şey bir anlıktı işte.Ve bu sorun halen çözülmedi.”Kızgın sirke küpüne zarar” derler ya,benimki de o hesap oldu.
Bunca ceza evleri onca kızgın sirkelerle boşuna dolmamış zaten dedim içimden.
Dinlenerek güzel geçmesini dilediğim o muhteşem pazar günüm Suriyeliler kategorisinde kötü bir macera ve aksiyon  ile geçti malesef.
 
Bilinçaltım bu hadiseyle çok kirlendi ve enerji depom bitikti resmen.
Kendimi yenilemek adına bir kaç terapi yaptım ve başarabilirsem ardına derin bir uyku çekmek istiyordum.
Dedem rahmetli  hep derdi “en güzel terapi küfür etmek” diye.
Bir yerde daha okumuştum.
“Küfür beynin dışkısıdır” diye.
Bende işte aklımdaki Suriyelilere küfredip durdum bütün gün…
Şimdi de ediyorum ve edeceğim de.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

SAKIN HİÇBİR YAĞMURU BEKLEME !!

yagmur

Ey sevgili; sakın hiçbir yağmuru bekleme, kötü insanları temizleyecek,kötülükleri alıp götürecek diye.
Su saflık ve berekettir..Kötülere bir şey olmaz, onlar aslında ilahi adaletin göz altına alıp işaretlediği,fani dünyada kendilerinden bihaber tutsak mahluklardır…
Tabiat ana kızarsa yağmurunu coşturur.Giderken kötülükleri hak etmeyen o iyi insanları da selinde alıp götürür.Yağmur da sevmez kötüleri.O yüzden alır yanına iyileri..Kalırsa bir kötüler kalır bu fani dünyanın yalandan bereketli topraklarında.O yüzdendir kötülerin zenginliği,bu yüzdendir iyilerin fakirliği.Ve bu yüzdendir iyilerin fani dünyayı erkenden terk-i diyar eyledikleri.
Ey sevgili;isteyeceksen sen yine de hayvanları öldürmeyecek,çocukları alıp götürmeyecek,çiçeklerin ve ağaçların kökünü besleyecek,toprak anaya yetecek ve çiftçinin emeğini coşturacak kadar yağmur iste.Bir umuttur, belki yeşerir fakirin ektiği umut tohumları.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

RUHU MAZOŞİST OLANLAR

13177467_10209685991414758_4916298447312890982_n

Ruhu mazoşist olan kişinin, özgürce mutlu olabildiği tek şey dibine kadar acı çekmek ve hücrelerine kadar acıyı hissetmektir.
Şöyle bir bakın “Üzülmeni istemiyorum” dediğimiz ve çabaladığımız ne kadar insan varsa üzülmeye inatla devam ediyorlar.Çünkü üzülmek istiyorlar.Onların mutluluk kavramı ve özgürlük kavramı da bu.
Sağlıklı bir insan ruhu, keder, elem ve acılardan ne kadar hoşlanmazsa; sevinç, mutluluk ve hazlardan da o kadar hoşlanır. Bir bakıma, insanı yaşatan da zaten ümittir.Ama ruhu mazoşist olanlar da bu durum tam tersidir.
Eğer acı çekmekten hoşlanan biri değilseniz,bu sebepten ötürü bu tip kişilerden hem uzak durmanız, hem de bu tür kişileri rahat bırakmanız lazım.Yoksa şiddetin kucağından bir gün cesediniz kalkar.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

PEDOFİLİNİN AFFEDİLEBİLİR YANI YOK AMA

“Ben çocukken babam bana çok dayak attı ve işkence yaptı,ruhum bozuk benim”
“Ben uzun yıllardan beri kimseyle beraber olamadım,kadınlar paramı alıp kaçıyorlar,kandırıyorlar beni”
Bu sözler üç buçuk yaşındaki Irmağa tecavüz edip öldüren katilin sözleri.
İtirafında bu iki sözü dikkatimi çekti.Bu sözlerde takılı kaldım.(Doğruysa tabi)
 
Bu sözlerinden ilkini düşününce ilk söylediği bana sanki doğru gibi geliyor.Kabul edilebilir hiçbir yanı yok fakat ben bu yazıyı yazarken,ülkemizde sürekliliği yaşanan bu sorunun tabanına inerek düşünmek ve nasıl bitirilebilir ona odaklanmak istedim.Hatta bu adamın sergilediği bütün bu durumların başlangıç noktası olarak da ilk sıradaki sözünü geçerli görüyorum, çünkü pedofili psikoseksüel rahatsızlık demek.Hatta buna vampir sendromu denilir,bir vampir tarafından ısırılırsın ve vampir olursun,geri kalan hayatını vampir olarak yaşamaya başlarsın.
Cinsel istismara maruz kalmış erkekler tarafından kurulan yardımlaşma derneğinden Duncan Craige ait teoride durumu aynen şöyle  açıklıyor: ”Eğer bir vampir tarafından ısırılırsan, vampir olursun. Eğer cinsel istismara maruz kaldıysan, sen de gelecekte istismarcı olursun.”
Çocuk İstismarı Nedir? Çocuk istismarı genel olarak çocuğa yönelik bilinçli ve zarar verici tekrarlı veya tek seferlik davranışlarda bulunmadır. Bu yönde çocuklar için bir çok istismar söz konusudur.Duygusal istismar,fiziksel istismar,cinsel istismar ve ihmal etme.Bu vaka da anladığım kadarıyla,gördüğümüz sapık katil, vaktiyle babasından fiziksel istismara uğramış ve pek de iç açıcı bir çocukluk atlatmamış.Fiziksel istismara uğradığı gibi,lakin Craige’in teorisini doğrulayan çocukken bir  cinsel istismara uğrayıp uğramadığını da bilmiyoruz..Tabi bu sapık katili masum kılmaz,bilakis toplumda yeni istismarcıların oluşmaması için açıklamakta fayda gördüğüm bir detay.
 
“Ben çocukken babam bana çok dayak attı ve işkence yaptı,ruhum bozuk benim” diyen yüzlerce katil ve yüzlerce sapık var.
Bu tip davranış bozukluğu sergileyenlerin çoğunda genellikle tipik travma hikayelerine rastlarız.
Bu yüzden sapık katilin  birinci sözüne tepki veremeyeceğim ama ikinci sözünü de hazmetmek imkansız.Bu ülkenin her yerinde cinsel açlığını terbiye edebileceği,nefsini köreltebileceği sosyal evler var.Bu sözleri  sadece psikoseksüel rahatsızlığa sahip olan bir sapığın eylemlerini kurgularken sığındığı düşünce olarak görebilirim.
Bu arada bunun eğitimle ilgisi alakası olduğunu söyleyenlere de hatırlatmak isterim.Üniversitede profösör hoca olan kişiyi de aktiviteye geçmemiş pedofili vakasında gördük.Bunun eğitimle alakası yok.Bu tamamıyla bir hastalık.
 
Şimdi düşünüyorum da,o halde toplumda bu travmalara maruz kalmış bir çok adam yok mu ? Var.
Bu da demek oluyor ki dışarıda elini kolunu sallayan,daha çooook Himmet Aktürk var.
Fakat aynı zamanda sağlıklı bir şekilde büyümeyi bekleyen,gelecek vadeden  çocuklarımızda var.
Yani cezaevine atılarak bu sorun bitmiş değil.Diyelim ki Özgecan vakasında ki gibi katilin, cezaevinde evlat hasreti çeken bir başka baba tarafından öldürüldüğünü yada şişlendiğini düşünürsek,bu haber içimize su serpse bile ,bir sonraki sapık vakasında yine içimiz yanacak,
Bu sorun sapık ölse de daha öncekiler gibi bir sapık ölümüyle yine bitmeyecek.Çünkü sapık bir değil,iki değil.Ben kökten halledilmesinden yanayım.
Çocukken hep düşünürdüm sapıklar neden var ? Sapık mı doğuyorlar.Diğer insanlardan farklılar mı ? Sapık doğmuyorsalar nasıl sapık oluyorlar ?
Bunlar sapık oluyorsa neden herkes sapık olmuyor ? Etrafımda acaba hangi amca sapık ? Acaba teyzeler neden sapık değil ?
Daha çok bu soru fırtınası  Televizyonda tecavüz haberlerini izlediğimde zihnimde oluşurdu. Eminim bir çok çocuk da benim çocukken zihnimi dolduran sorulara şimdi benim gibi cevap arıyorlardır.
 
Biz toplum olarak bu konuları hep yuhalayarak yada üstünü örterek geçiştiren toplum olmaktan çıkmalıyız bir kere.
Her pedofili vakasında lanetler mi okuyacağız ?
Bu vaka bitecek,bir başkasına tanık olup,bağırışıp çağırışıp acıyı bağırsaklarımızda düğüm düğüm hissedip öfke kusarak mı devam edeceğiz ?
Bilhassa çocukları kapsayan tecavüz vakaları neden çoğaldı?
Pedofili bulaşıcı mıdır ? Sağlıklı bir birey pedofili seviyesine sonradan gelebilir mi ? Yoksa doğuştan gelen bir rahatsızlık mıdır ?
Tekrarının yaşanmaması için ülkemizde neler yapılabilir ?
Bunları düşünmeliyiz.
Çocuklarımızı korumak mı? Peki ama nereye kadar ?
Cinsel istismardan korunmak için çocuklarımıza iç çamaşır kuralını öğretsek bile ölmekten kurtulmayı nasıl öğretebiliriz.
Ayrıca pedofili denilince bu gruba sadece 3 yaş 5 yaş girmiyor ki,okul çağındaki çocuklarda,ergenlerde giriyor.3 yaşındakini zaptedersin,5 yaşındakini zaptedersin ya ergen yaşta ki çocuğu nasıl zaptedebilirsin ? Hele ki hormonlarının tam kızıştığı ve cinselliğe merak saldığı,kendi bedeninin gelişimiyle yakından ilgilendiği sıralarda nasıl zaptedebilirsin ?
Ömrünün sonuna kadar eve kapatamazsın,ömrünün sonuna kadar insanlardan uzak tutamazsın.Dışarıdan korursun bir bakmışsın aile kanadında ensestik bir pedofilik vakaya rastlamışsın.Korumak nereye kadar ?
Eğitim hayatını tamamlamak amacıyla birebir eğitim için kursa  giden bir çocuk bir kere kafadan bu riskin altında.Kimse inkar etmesin,ben bile öğrencilik yıllarımda öğretmenlerden tacizler yaşardım.Ve susardım..Yanlış anlaşılmasın ama Öğretmenler de dahil pedofili her meslek grubunda var.
Bana göre 17 yaşındaki bir genç kızın babası yaşındaki bir adamla rızası karşılığında yaşadığı ilişkide bu gruba girer.Görmedik mi ?
Yada duymadık mı ? Halende görmüyor muyuz ?
Suç üstü yakalanan pedofililere zaten gereken tepkiyi toplum olarak yapıyoruz,peki olası bir vakayı önleyebiliyor muyuz ?
 
Biz bir acayip toplumuz,işin boyutu cinayete varana kadar hiçbir tepkimiz yok bu manzaralara.
 
18 yaşında ki bir genç kızın sırf maddi ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ve rahat yaşam hevesiyle babası yaşındaki adamlarla ilişki yaşamasına nasıl göz yumabiliyorsunuz ben bunu anlayamıyorum.
Ben çevremde bazı erkek arkadaşlarımda gördüm bizzat,üstelik evlat sahibi olmuşlar evli barklılar,gelmişler 40 lı yaşlara neredeyse 50 ye merdiven dayamışlar, her defasında yanı başlarında değişik yaşlarda küçük kızlarla karşılaşıyorum, 19 yaşında 17 yaşında,16 yaşında kızlar arabalarında.
Bu doğru mu sence dediğimde ” neden ki kızlar memnun benim için de sorun yok bende memnunum ” “peki ailesi öğrenirse ne olacak ?” dediğimde “ailesine de veririz iki kuruş susarlar,çok var böyle aile yeter ki para ver kız umurlarında değil,sorun olacak gibi olursa da kız mı yok,elimin altında çok,.” diyerek birde bunu gururla söyleyebiliyorlar.
Kızın memnuniyetine gelince evet hakikaten de o 16 yaşındaki,17,18 yaşındaki kızlar kocaman kadın edasında bir havalılar,üstelik durumdan oldukça da memnunlar.
“Ya eşin duyarsa korkmuyor musun,ya görürse” diyorum.
“Yanımda çalışıyor,yada arkadaşımın kızı derim” diyor.Birde gülümsüyor.
“Eşin sana yetmiyor mu kadınlık yapmıyor mu ?” diyorum.
“Onu karıştırma,onun yeri ayrı bu başka bir zevk” diyor.
“Peki dışarıda kızınla karşılaşırsan kızın buna inanacak mı,ya onu da senin yaşında bir başka adam götürüyor da zevkine bakıyorsa ve senin haberin yoksa” dediğimde ise kıyametleri koparttı.
“Bu mümkün değil kafasına sıkarım onu götürecek adamın,kapat bu konuyu karıştırma benim kızımı,konuyu saptırma” diyerek bağırıp susturdu beni.
Bana göre işte bu adamlarda pedofili.Fakat devlet tarafından müdahale edilmediği için toplumda kabul edilebilir tarzda yaşamlarına devam ediyorlar.Onlara kimse dokunmuyor,paraları var,işleri var,aileleri var,kısacası pedofiliyi saklayacak her türlü kılıf var.
Peki toplum olarak bizlerde bunların seyircisi olarak suçlu değil miyiz ?
Kılıflı pedofiliyi destekliyor olmuyor muyuz ?
 
Pedofili bize göre sapık ruh hastası demek.
Bu konuda vikipediye sorduğumuzda diyor ki;
“Sübyancılar -tipik olarak- yetişkin cinsel ilişkiden zevk almakta güçlük çekerler, özgüvenleri eksik olabilir ve çocuklarla ilişkiyi yetişkinlere nazaran daha az tehdit edici bulurlar” diyor.
 
Pedofili ile ilgili yıllardan beri araştırmalar yapıldığını biliyorum.Bilhassa neyin pedofiliye sebep olduğu konusunda tartışmalar halen sürüyor.
Bu araştırmalardan biri var ki oldukça ilgimi çekti .
Dr. James Cantor ;Toronto’da bulunan bir Ruh sağlığı merkezinde pedofililerin beyinlerini incelerken MR taramalarını kullanmış ve bu konuda çok şaşırtıcı sonuçlara ulaşmış.
Dr.Cantor,Pedofilinin doğuştan gelen dürtülerle ilgili bir durum olduğunu ve bunun tıpkı diğer cinsel yönelimlerde olduğu gibi sonradan değiştirilmesinin de mümkün olmadığını ifade ediyor.
Dr. Cantor,a göre Pedofili, cinsel bir yönelim.
Kişide ki Pedofiliyi destekleyen bulguların ise hamileliğin ilk 3 ayında tespit edilebileceğini söylüyor.
Pedofiliye yol açan olası nedenleri ise annenin hamilelik boyunca stresli ve yetersiz beslenmiş olmasına bağlıyor..Aynı zamanda anne karnında ilk tespit edildiği yerde de önlenebilir bir durum olduğunu ilave ediyor.Bu oldukça şaşırtıcı.Ve uygulanırsa bu konuda çözüm olarak yol katedebiliriz diye düşünüyorum ben.
 
Yine bir başka araştırma sonucu öğreniyorum ki ; Ottawa Ruh Sağlığı Merkezi’nin Cinsel Davranışlar Kliniğinin Başkanı.Kendisi  aynı zamanda suç üstü teşhisi yapılmış olan pedofililerin tedavisi ile ilgilenen bir doktor.Pedofili tedavilerinin sonuçlarının oldukça  başarılı olduğunu hastaların tedavi sonrası  kendi yaşına uygun bir yetişkinle,rızaya dayalı sağlıklı ilişkiler yaşayabildiklerini ve erken teşhis edilirse topluma zarar vermeden geri kazandırılabileceklerini söylüyor.
 
Bizim ise,kökten çözüm olarak düşündüğümüz hadım etmek,hapis etmek,idam etmek gibi çeşitlenebilir çözümler var zihnimizde.İdam etmek bu konuda gerçekleşmesini istediğimiz,fakat şu an için yasalarımızda mevcut olmayan hayallerimizden sadece biri.
Velevki idam yasası çıkartıldı.(Çıkartılsın tabi).
İdama gelmeden önce  şöyle bir durum var ki,yaptığım araştırmaya göre siz bir sapığın suç işleyene kadar ki fantastik kurgularından haberdar olamazsınız.Pedofili cinayetlerindeki katiller diğer seri katillerden farklıdırlar.Dürtülerine yenik düşen bir pedofili, kurbanını aslında öldürmeyecektir,aslında onlar öldürme amaçlı yaklaşmıyorlar.Cinsel birleşimin hazzının sürekliliğini umut ettikleri için,çocuğun başına ölüm gibi bir şey gelsin istemiyorlar. Bunu bir çocukla süreklilik haline getirmeyi düşündükleri için de kaybetmek ve zarar vermek fikrinde olmuyorlar.Aksine eyleminin olumlu sonuçlanmasını ve kimsenin bu durumdan haberdar olmamasını diliyorlar.( Ay beynim yanacak)
Dürtülerin nöbetsel etkisi altında iken kendilerini kaybettikleri sırada tıpkı uyuşturucu yüklenmiş benliğinden çıkan ruh gibi,ellerine geçirdikleri küçük bir çocukla cinsel münasebete girmeye kalktıklarında, işin boyutu kontrolden çıkıp,silinmeyecek izlere kadar ilerleyebiliyor. Kendilerine geldiklerinde ise karşılarında vajinal damarları yırtılmış,kanamadan ölecek bir çocukla karşılaşıyorlar ve panikleyerek öldürmeye kalkıyorlar.Bilinç yerine gelince etrafında kendini seven,sayan insanları da anımsayarak dışlanma korkusuyla,çocuğun ailesinin yapabilecekleri ve suç işlediğinin bilinciyle başına gelebilecekleri hakkında saniyede hızlıca fikir üretebiliyorlar.
Bu yüzden soğukkanlılıkla öldürdüğü çocuğu yok etmeye çalışıyorlar.
Bu durumları küçük çocuklara yaşatan adamların toplumda bu şekilde yaşamayı hak etmediği illaki aşikar.Fakat kabul edelim ki sonu ölümle sonuçlanmamış toplumda daha medyaya düşmemiş,kıyıda köşede kimselerin duymadığı,bir çok pedofilinin tacizlerine boyun bükmek zorunda kalmış  çocuklarımız da var.
Pedofiliye kurban giden çocukların ve istismarın her hangi birine uğrayan çocukların da otomatikman ruhsal davranış bozukluklarına sahip olduğunu,sorunlu bir birey olarak toplumda sorunlu yaşamak zorunda kaldıklarını,bizlere tekrar ruh hastası olarak geri döndüğünü unutmayalım..Dolayısıyla bu durum zincirleme sorunlar kümesi olarak işte bu yüzden bitmeksizin sürekli karşımızda olacak.
 
Yani bana göre ;Pedofilinin affedilebilir yanı yok ama tespit edilebilir ve tedavi edilebilir yanıyla doğacak yeni pedofililerden çocuklarımızı kurtarabiliriz.ilk önce tıp alanında bu adımı atarak başlamak lazım.
Bir kere ülkemizde sosyal ev sayısı kadar,cinsel davranışlar kliniği de açılması lazım,ve anne karnında tespit edilebilen bir pedofili adayının daha ilk evrede kontrol altına alınarak bu işin çözümüne de bu şekilde çekirdekten adım atmak lazım.Başka çözümü yok.Çünkü pedofili hastası suç üstü deşifre olana kadar ülkemizde  çocuklar geri dönülmeyen zararlara maruz kalmakta ve ölmekte.Çocuklar hem tecavüze uğrayıp hemde öldükten sonra  sapıklar idam edilmiş neyimize.Bu suçu işleyen idam edilsin fakat bundan sonrakinde suç işlenmeden,çocuklar ölmeden,tecavüz edilmeden doğacak pedofililer tedavi edilsin.
Şimdi düşünün.
Sırada hangi çocuk var ve katil sapık kim ?
Kimin pedofili olduğunu katil sapık her hangi bir eylemde  deşifre olmadan durduk yere tespit edebilir misiniz ?
Yazıma burada son veriyorum.Biliyorum keyifle okunacak bir yazı değildi , durumları sentezleyerek yazarken ben bile beynim eror vermesin diye çok mücadele ettim.
Selametle kalın.
İsterim ki  inşAllah ülkemizde bu konuda bir adım atılır da anne karnında kökten bir tedbir alabiliriz.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini.

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

KARANLIKTAKİ FISILTI

gtgtth

Bir gün bir gece duvarlar üstüme üstüme geldiği vakitti,kimselere bir şey diyemediğim için olsa gerek,can yangınımın ateşiyle ağlamaktan baygın düştüğüm bir andı.Hatta kimsenin inanamadığı ama gerçek,yine şuursuzca ölmek istediğim vakitlerin biriydi.Kalbimin üstü bildiğin bıçaklanıyor ve acıyordu.
O gece karanlıkta kulağıma biri bir şeyler fısıldadığından bu yana işte tam da o günden beri insanların tabiriyle,dışarıdan görünüşümle gamsız ve genişim ben.Halen “Sen gamsız ve çok genişsin,neden ben öyle değilim ? Böyle senin gibi olmak istiyorum” diyenlerim var.Karanlıkta saklanan o ses olmasaydı belki bende beceremezdim böyle olabilmeyi.

İşte o geçmiş zamanın karanlıkta ruhuma fısıldayarak bıraktığı ses ;

___”Dünya sadece senin etrafındakilerle dönmüyor. Kabul mü etmiyorlar, yok mu sayıyorlar, sen de aynısını yap.
Şu anda içinde bulunduğun kadraj sana göre değilse,o kadrajda yer alma. Kendini onlara mahrum bırak,kaybetsinler seni.Hiçbir kayıp kutusuna da koyma kendini.Eline,diline,beline sahip ol.Bulamasınlar seni.
Denenmiş bir deneyimi bir daha tekrarlama.
Unutma sen de en az onlar kadar kıymetlisin! Emin ol içine girdiğin ve gerçekten ait olduğun kadrajda da sevdiklerin, değer verdiklerin, seni sevenler ve umursayanlar olacak.
Göreceksin,hiç kimse ve hiçbir şey için üzüldüğüne değmeyecek. Bir kaç adım at ve dönüp baktığında geçtiğin basamaklarda boşuna üzüldüğünü anlayacaksın.Hatta hatırlayarak kaybettiğin zamana üzüleceksen eğer ardına bakmasan dahi olur.!
Kalk ayağa!! Yola devam et !! Karşılaştığın zorluklarda şaşırma,kendini ve olayları kabullen.Her yaşadığın hadiseden güç topla,çünkü yolun sonu hiçbir zaman belli olmayacak,konular ve sahneler yaşam devam ettikçe,beklemediğin şekilde sürekli değişecek ! İnsanlarda. ”. ___

“Sen gamsız ve çok genişsin,neden ben öyle değilim ? Böyle senin gibi olmak istiyorum” diyen sevgili kardeşim;

Ağlıyor musun ?
Yıllardır zihnimde tuttuğum,karanlıktaki bu fısıltıyı sana bıraktım.
Hadi sıra sende.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş