Kategori arşivi: Edebiyat

Hazımsız Üretken Canlılar

İnsanoğlu başarmış olduğu her ne varsa, bir başkasının nedense o yolda başarılı olmasını ve kendinden daha iyi olmasını  istemiyor.Kendinden sonraki gelişmesi gereken ya da gelişme aşamasında olan kişileri aşağılayarak,ezerek,yeteneklerini küçümseyerek çöküntüyle ortadan kaldırmaya çalışıyor.

İnsanoğlu hazımsız bir canlı olmamalı.Hazımsızlığın kimseye pek fayda sağlamadığını bilmeli, gelmiş geçmiş atalarından ibret alarak kendini düzeltme yoluna gitmeli.

Sen iyi bir kameraman olabilirsin ama başkalarının da olma isteği ,buna ilgisi ve sempatisi olabilir.Maddi durumu olmayabilir,belki senin gibi en kaliteli  eğitimi alacak parası yoktur ,fakat bu öğrenmesine engel değildir,varsa bir engel,engelini kaldırıp öğretebilirsin.

Mesela sen iyi bir fotoğrafçı da olabilirsin,ama yaşadığın gezegende kendinden başka bir fotoğrafçıya  tahammülün yoksa ve bilgilerinden karşılıksız faydalanmalarına izin vermiyorsan,sen geçmiş dönem şartlarına göre temelden zorlu bir yolculukta başarıya ulaştın diye,senin dışındaki günümüz insanlarının amatör fotoğrafçılık yapmasını da hakir göremez, bu duruma sinirlenemezsin..

Sinema ve televizyonculuk okuyarak film yönetmeni, seslendirmen olabilirsin,en iyi senaryo yazarı, kurgucu,görüntü yönetmeni,oyuncu vesaire olabilirsin.Sen bu yeteneklerinle kendini sanatçı da ilan etmiş olabilirsin, hatta iyi bir edebiyat fakültesinden mezun olarak iyi bir yazar da olmuş olabilirsin,senin dışında edebiyata gönül verenleri,şiir yazanları,yazı yazanları gördüğün zaman onların ruhunu besleyip kulağına bir fısıltıyla cesaretlendiremiyorsan,eksikliklerini birebir gideremiyorsan,senden sonrakilerin gelişmesini istemiyor,başarmasını hazmedemiyor ve gördüğün yerde sürekli kendi bulunduğun seviyeyi ve aldığın eğitimle öne çıkıp,en iyisinin sen  olduğunu düşünüyorsan,senden sonrakileri ya da senin dışındakileri küçümsüyor,hatalarını toplum içinde deşifre ediyorsan, şapkanı önüne eğ bir kez daha düşün derim.Hep bana Rabbena olmaz.

İşte sen kendinin her ne olduğunu düşünüyorsan, sen daha olmamışsın dostum.

Tamam,sanatçıyla egosu ayrılmaz bir bütündür diyoruz ama sanatçıdaki egonun bir büyüklük taslama ve kendini yüceltme olmadığını bilmelisin.Bu dünyada yalnız olmadığını,dünyanın senin etrafında dönmediğini  anlamalısın. Bunu anlayabilmen için seni yaratan kainatın en büyük sanatçısının eserlerine bakmalısın.

Sana verilen özellikler,yetenekler senin dışındakilere de farklı boyutlarda verildi.O yol sadece sana bahşedilmedi.İnsanların kendilerinde fark ettiği yeteneklerini ortaya tüm çıplaklığıyla çıkarması seni rahatsız etmemeli,bilakis buna sevinmeli ve destek olabilmelisin.Sen resim yapıyorsan başkası da yapabilir,sen kitap yazıyorsan başkası da yazabilir,sen konservatuar okuyarak şarkıcı ya da müzisyen olabildiysen başkası okumadan senden daha iyi şarkı söyleyebilir,hiç eğitim almadan kendi kendine bir enstrüman çalmayı da öğrenebilir.

“Önüne gelen yazar oluyor,önüne gelen oyuncu oluyor,önüne gelen sanatçı oluyor,önüne gelen topçu,popçu oluyor ,artık bu işlerinde bir asaleti kalmadı herkes yapıyor” dediğin an sen sanatçı değilsindir.Bu şekilde düşündüğün sürece sanatın yok olur.Geriye senden sadece sorun üreten,üretken ve hazımsız bir canlı kalır.

Kendi varlığından haberdar olan,kendi dünyasından etrafa bakan, kendisini fark eden insan kendi dışındaki insanların yeteneklerine,hobilerine,zevklerine hazımsızlıkla ket vurmamalıdır…

İşte bunu başarabiliyorsan o zaman sen sanatçısın.

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Narsist Burjuva Nöbeti

 

Hep duyarım. Aldığı eğitimin kalitesinden, yaşamının en sefil ve ezik döneminde, döneminin burjuva rüzgarından etkilenmiş ,kabul edilememe korkusuyla, okuduğu kitap sayısından, dinlediği müzik tarzına kadar, kendini entel dantel kariyer zirvesinde görüp, toplumdan soyutlayarak yaşamış, kendini bilgelikle etiketleyerek kendinden başkalarını beğenmeyerek yaşamış insanlara her zaman çok üzülmüşümdür.

Çünkü yaşam seçtikleri çizgide otomatikman yalnızlığı kendilerine hediye etmeye başlar ve kendilerini soyutlayarak kalite olarak ayırsalar da her insan gibi onlar da vesvese denilen illetin kucağına düşerler.

Narsist bir duygunun esiri olduklarından ötürü bulundukları durumu da kabullenemiyorlar, topluma uyum sağlayamadıkları için de kendilerini tedavi etmek için mutluluk ustalığına soyunuyorlar.

Geçmişlerinden getirdikleri bilgilerle dışladıkları toplumun bireylerine bilgece tutunmaya çalışıyorlar. Beni üzen tarafı bu.. Sanırım mutsuzken topluma mutluluk ustalığı yapmak ve bilgelik taslamak da böyle bir şey…

Mutlu bir varlıksan; toplumun sana ihtiyacı vardır, onları dışlamadan, ezmeden, sınıflandırmadan mutsuzluklarına odaklanabilirsin..

Fakat mutsuz isen özünle yüzleşerek önce kendi iç dünyanın mutluluğunu inşa etmelisin. Biraz inziva biraz da inşirah..

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Kedinin Ruhumla İlişkisi

gmölı

Kedi acıkınca miyavlıyor.Gidip kedinin önüne yemeğini koyuyorum.Kedi yemeğini yerken sevgiyle bakıyor gözlerime.Yemeğini bırakıp gelip avuçlarımın içine kafasını sürtüyor.Patilerini kaldırıp omzuma yerleştiriyor.Kafasını okşuyorum.Usulca gidip yemeğini yemeye devam ediyor.O yemeğini yerken eski kedim geliyor aklıma.

Kendi halinde sabahtan akşama kadar çalan radyoda bir şarkı başlıyor.
“Zalim kader yine ördün ağlarını,bitsin yeter ! Hak etmedim ayrılığı”
Boğazım düğümleniyor.Kedi hissetmesin diye bir köşeye geçip sessizce ağlıyorum.Şarkı bitiyor inadıma çalıyor sanki Sezen Aksu.
“Tut ki karnım acıktı anneme küstüm,tüm şehir bana küstü.Bir kedim bile yok anlıyor musun ? Hadi gülümse”
O gülümse dedikçe sesimi kısa kısa daha da çok ağlıyorum.

Eski kedim için mi ağlıyorum,yoksa bir kedi yüzünden kaybettiğim senin için mi…
Yoksa senin yüzünden ölen kedim için mi…
Şarkılar çaldıkça anlamsız bir durum kafesliyor ruhumu.

“Şu kedi kadar sevmedin beni” demelerin aklıma geliyor.
Bir kediyi kıskanarak öldürüşünü ve sonra çekip gidişini düşündükçe öfkeleniyorum.
Seni de bir kedi kadar sevmiştim oysa.
Ama sen bir kedinin önüne yemeğini koyar gibi tenimi önüne koymamı istedin hep.
Şimdi düşünüyorum da, şayet senden payıma düşen sevgi, önüne koyduğum yemek karşılığında düşecekse,bil ki kediler karnı açken de tokken de seviyordu beni.
Buna sevmek diyorsan gör ki tıpkı kedilerin beni sevişi gibi demek ki ben de çok sevmişim seni.
Fakat sen kedi gibi sevmiyordun beni.
“Düşün beni düşüneyim seni,sev beni seveyim seni” gibiydi senin sevgi anlayışın.
Bu arada hani sebebi olduğun,uzunca bir zaman beni terk etmeyen o gerilim baş ağrılarım vardı ya,senden sonra yok oldular.Üzülebilirsin.
Şimdi bak sessizce ağladığım için olsa gerek yada eski kedimi kıskançlığından zehirlemiş olduğunu hatırladığım için olsa gerek,yada anımsadığım sen olduğun için yine başım ağrımaya başladı.Sevinebilirsin.
Olduğum yere uzanmak zorunda kaldım,baş ağrım geçer umuduyla gözlerimi kapattım.
Şimdi yanımda olsaydın kesin şunu da derdin “şu nankör kedi için ağladığın kadar ben ölsem ağlamazsın”.
“Keşke kedinin yerine sen ölseydin” demek geliyor içimden.Sonra “Tövbe” diyorum .”Allah versin hakkını” diyorum.
Ben bunları düşünürken,karnını doyuran kedim yatağımın üstüne çıkıyor, bacaklarımın üstünden yürümeye başlıyor.
Sanki bilir gibi,ağrıyan başımın üstüne göğüs kafesinin tüm sıcaklığını vererek yatıyor.Birde nankör derdin kedilere.Kıskanıyorsun biliyorum.Kıskan.
Şu kedi kadar sevmedin beni diyordun ya,acaba şu kediler kadar beni anlamadığın için, ruhumu göremediğin için olabilir mi ?
Bunları benim düşündüğüm kadar düşünmeni isterdim.

Bil ki kedinin ruhumla ilişkisi senin tenimle olan ilişkini tek geçer.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

BEN NEDEN KİTAP ÇIKARTMIYORUM…

insan-beynini-gelistiren-10-kitap

Bu devirde ” kitap çıkart !! kitap çıkart !! ” demek kolayda ..İş çıkartmakta ve parada değil..İşin görünmeyen tarafında, telif konusunda,pirana gibi ya da vampir gibi kan emen yayınevlerine rast gelmekte var.Ve ben yazıyorken halen kendimi bir yazar olarak etiketleyemiyorum tabi biraz o da var..Dışarıdan bana gelen belirli taleplerden yola çıkarak bunu ifade etmiyorum,daha çok ilgi ve istatistiklere bağlı olarak bunu kendimce düşünüyorum.
Bu yolculukta yol arkadaşın bir editör ve yayınevidir.Yol arkadaşın ne kadar sağlam ise yolculuk o kadar keyifli ve sorunsuz olur her zaman.
Telif hakkınızın üstüne yatanlar ve aylarca yazarlara “hakkımı istiyorum” dedirten,inleten yayınevleri de var( isim vermeyeceğim ) bugün de ne ayıp bunu gördük arkadaşlarımızın yolculuklarında.Neler göreceğim bakalım daha..
Ayrıca bu yazıyı hem gözlemci,hem iyi bir okuyucu, hem de yazan tarafımla sizle paylaşmak istedim..
Bir kere bir yazarın yolculuğunda bu işin ne kadar eziyetli ve teferruatlı bir yolculuk olduğunu okuyucuların bilmesidir benim isteğim.Bunu zira yazar arkadaşlarımın kitap çıkartma evrelerinde yaşadım,kitabın çıkış öncesi ve çıkış sonrası ve daha sonrası yaşamış oldukları durumlar başlangıçta sevindirmiş mutlu etmişse de emeklerinin karşılığını alabilmek çabalarıyla yaşamış oldukları durumlar üzdü beni.
Bugün ben kitap çıkartmadıysam “Kitapsız Yazar” adıyla damgalı eşşek gibi dolanıyorsam,gözlemlerimin bana hoş raporlar sunmayışındandır.
Öncelikle bana sorulan “neden kitap çıkartmıyorsun ? ” sorusuna yanıtım bu olsun.
Kitap çıkartacağım zemini uygun bulursam tabi ki.Neden olmasın.

Sonra arkadaşlarımın okuyucularını gözlemliyorum sürekli ;bir yazarın etrafını sarıp sarmalayan insanların B vitamini gibi ya da yapay enerji misali,redbull kutusu gibi yazarı çevrelemesinden ziyade,(kuru şakşakçılar diyorum onlara ben) yazılan kitapları gerçekten satın alıp okumuş ve anlayarak yorumlamaları da çok önemli.
Kuru şakşakçılardan olmamalı İNSAN.
Kuru şakşakçılar genellikle yazarın misyon ve hayata bakış açısından,felsefesinden,ne anlatmak istediğinden uzak, sadece kitabı var mıdır yok mudur derdindeler.
Bu durum beni tiksindiriyor ve çevremdeki yazarların yaşadıklarından ötürü geri adım attırıyor bana.
Bir çok platformlarda görüyorum isimlerini ben koydum; BEĞENDAŞLAR diye bir grup ordu var..Sorsan yazarın tek kitabını almamıştır,tık tık beğeni makinası gibi beğeni koyarlar.
Çünkü öncü olarak aldığı bir kullanıcı arkadaşı vardır,onu takip eder,o neyi beğenmiş ise o beğenilecektir,yani yalakalıktır bu bizim tabirimizce.
Bir de bunun tam tersine YORUMDAŞLAR var eseri yerin dibine sokmak için hasetliğinden yorumlar arasına dikkat çekecek yorum yazar,yaptığı hareketin eleştiri olmadığını kendisi de bilir oysa,fakat savunma dürtüsü ona “eleştiri hakkımı kullanıyorum” şeklinde konuşturur,toplum içinde o yazarın imajını kullanarak,üstüne basarak toplumda edinemediği yeri o sayfada aykırısal düşünceleriyle filozofça edinmeye çalışır,çünkü ilgi toplamaktır amaçları.
Sonra bir grupta var ki 🙂 bir insanı ne kadar yerersen yerin dibine batırırsan,daha iyi eserler sunacak sanarak yazarın toplum içinde ruhunun içine resmen sıçar.Katleder yani.Tuhaftırlar birde onlar.Ayaklı kütüphane gibi böyle süslü terimlerle “ben bilge adamım hadi seni eleştirdim,ayarıma gel de dövüşelim” hesabı meydan okurlar yazarlara.Bazen tutamam kendimi öter dilim orada,zamansızda olsa didişirim orada ki emek için.Huyum batsın.Niyetlerini kavradığım içindir bu durum.

Bir kere herkes aynı zihniyette olacak,aynı zevke sahip olacak,aynı görüşü yada düşünceyi felsefeyi savunacak diye bir şart yok.
Kimisi felsefik yazılardan hoşlanır,kimisi psikiyatrik öykülerden,kimisi yaşanmış gerçek aşk öykülerinden,kimisi toplumsal,kimisi tasavvuf,kimisi siyasi,kimisi erotik birazda psikotik hatta şizofrenik hikayelerden hoşlanır,kimisi kurgu-gerilim-polisiye v.s sıralama böyle tarz ve zevk listesinde seçilebilecekler olarak uzar da gider.
Hem yazar ne demektir ?
Bakalım herkesin Vikipedisine göre neymiş ;
“yazar terimi, aslında yazılı bir iş üreten herkes için kullanılabilmekle birlikte, genelde yaratıcılığını kullanarak profesyonel bir şekilde eser üreten veya farklı formatlarda çok sayıda eseri olan kişiler için kullanılır.”

Yaratıcılıktan gelen ürünler her beyinden farklı çıkar.Zaten şöyle de bir durum vardır,bugüne kadar yazılabilecek her şey bizden önce yazılmıştır zaten..Sonrasındakiler sadece edebiyatın tekrarcılarıdır.

Burada ki bizi rahatsız eden mesele ise ; bir okuyucu olarak alacağınız kitabı nasıl neye dayanarak aldığınızdır.Kitabın arka yüzünü okuyarak alanlarda var,yazara karşı tv ekranlarında görüp sempati duyarak alanlarda var.
Yazarı dijital ortamlarda takip ederek güncel yaşamından tanıyarak alanlarda var.
Bir kitabı nasıl ne şekilde satın alırsanız alın,tıpkı bir filmin fragmanı gibi mutlaka konusu ve teması hakkında bir tanıtımı ve açıklaması vardır.Başka bir yazar tarafından kitap kapağında tavsiye yazısı vardır.
Bu sözüm daha çok bir kitabı alıp ikinci sayfasında sıkılıp “uff sıkıldım” diyerek atan,sonrada kitabın yazarının sosyal medya sayfasında itici bir eleştiri yazan daha çok eleştiri yaptığını sanan insanları gördüğünde laf olsun diye yorum yazanlaradır.
Buraya dikkat edelim.

” Aaa eveet ben hiç sevmedim ne biliyim ikinci sayfada sıkıldım,hiç göründüğü gibi değilmiş kapağına aldandım,üstelik hiç tarzım değilmiş ,almayın derim,paranıza yazık”
Başka bir bilmiş güruh da saha boş ya hooop akın eder;
“Evet ya her önüne gelen yazar oldu mk. Eli kalem tutan yazıyor”
Alkışlıyoruz çok önemli laf ettiler. 🙂

Bu sözlerim yazar arkadaşlarımca paylaşılırsa adreslere ulaşacaktır,çünkü yazar arkadaşlarımın bir çoğunun sayfasında okuyucularda bunu gözlemledim.
Niye be arkadaşım böyle yazarsınız ki ?
Her önüne gelen şunu yaparsa bunu yaparsa demek ne demek ya ?
Saçma.İnsanları yeteneklerinden ötürü ruhsal olarak çökertmektir bu.
Bu bir şarkı söylemek olur tamam nota vardır,kulak vardır nizam vardır,meyan vardır,herkes şarkıcı olamaz,herkes müzik adamı olamaz.Ama yazmak ayrı bir şeydir.Okumayı seven ve yazabilen herkes yazabilir..Zaten kişi bu yanının keşfini senden önce yapmış da yazmıştır.Kendini geliştirmek ise onun çok okuyarak ilerleyeceği serüvenli yolculuğudur.
Sonra ikinci sayfasına kadar okuyup da kitap hakkında yorum yapan
insana sormazlar mı “sen o kitabı alırken inceleyip tarzına uygun mu değil mi bakmadın mı ?” diye.
Hem senin safsata alışverişin ve yeteneksizliğin yüzünden neden o kitaba dijital ortamda sosyal medyada gölge ve leke düşürülsün ki ..Garezin mi var yazara derler insana değil mi ?
Ya da yazarın daha önceden sözleşmesini fes ettiği yayınevi mi yolladı seni derler..
Ya da sen o yayınevinin çakma profili misin derler.Derler abi, başkalarınca bu durum göze de batar.
Yazarın yazdığı o kitap senin tarzın olmak zorunda mı bir düşündün mü ?
Yüzlerce yazılmış kitap var al seç tarzını bul,oku ve sonra gel sayfasında çatır çatır yorumlaş.
Sana sus sen konuşamazsın diyen yok ki.
Zaten yazarların istediği de budur,akılcı ve mantıkla yerin dibine batıran öteleyici hakaretli yorumlardan ziyade,şevk ile bu yolda okuyucularına ve topluma ihtiyaç doğrultusunda daha iyisini sunabilmektir.
Dünya senin ya da benim eksenimde mi dönmek zorunda ?
Yazılan her kitap,satılan her kitap sana ya da bana uymak zorunda mı ?
Bende mesela,ağır bir dille yazılmış olan Osmanlı edebiyatının ürünlerini oldum olası sevmem,sevmeyişim dilinin ağırlığındandır.Edebiyat dersinde de en gıcık kaptıklarımdandı hatırlıyorum.
Ama bu demek değildir yani diyemeyiz ki sosyal medya sayfasında “yazar başarısızdır kalkmış 2000 li yıllarda millet Türkçeyi anlamakta güçlük çekerken marifetmiş gibi Osmanlı edebiyatından parçalamış kitap yapmış” dememizi icap ettirmez ..Demeye hakkım yok.Ayrıca benimde Osmanlı edebiyat sözlüğüyle yatıp kalkıp sırf kültür olsun diye,kendimi geliştirmişim adına havam olsun diye o kitabı okuyarak kendime eziyet etmeme gerek yok..Yazık beyin hücreme.
O kitabında kendine göre meraklı okuyucusu vardır ve okuyucusunu bulur.

Hep sormak istemişimdir böyle yazarların sosyal medya sayfalarında dingil dingil yorum yapanlara;
Sen bir sordun mu acaba bu yorumu oraya yazarken aldığım kitabı o kıymetli totoşumu sıktım da okudum mu diye.
Okumadıysan,sırf başkası yorum yazıp ortalığa sıçmış boklamış diye aynı nakarattan bilmediğin bir konuda iyi ya da kötü onu takip ederek yorum yapamazsın.
Yazarın kul hakkı olarak hakkına girmiş ve bir o kadar da teferruatlı emeğini yerle bir etmiş olursun.
Haa okudun ve gerçekten hak ettiği yerde değilse kuru kuruya da şak şaklamaya gerek yoktur,fikrini mantık çerçevesinde insan gibi hakaret etmeden aşağılamadan sun.
Bizim derdimiz olması gereken davranışların gerektiği gibi olmasına dikkat çekmektir.
Eğer bir yazarı sosyal platformlarda takip ediyor ve destekçi bazında sayfasında yer alıyorsanız;yazarların sosyal medya sayfalarının amacı zaten kitabın tanımı ve tanıtımıdır.
Oraya yazılan yorumlar gerçekten okuyup,okuyucu kimliğiyle bir fikri olanlar tarafından yazılırsa emek hak ettiği yerini bulacaktır.
Yayınevleri ve basın bunu daima takip etmektedir.
Tanınmış yazar olmak hiç önemli değildir.Tanınmış bir yazar olmak yayınevinin başarısıdır.Yazarın değildir zaten..Bu da bilinsin..
Medyada ne kadar reklam verilirse kitap piyasada o kadar yer alır.
Tanınmamış ne muhteşem kalemler var blog yazarları arasında bunu da belirteyim.
Okuduğum kitapların harici her gece 20 yada 30 tane İnternette blog ve köşe yazısı okurum ben.Çoğu zaman bana atılan mesajları da bu yüzden geç fark ederim ,yani o kadar alıp götürür beni.Şimdi kitapları mı var bu insanların,hayır..Demek ki bana hitap edebileni seçme kabiliyetim var.
İnsanlara “eline kalemi alan yazar oluyor ya da önüne gelen kitap çıkartıyor” gibi yorumlar genellikle bana bu yorumları yapanların yetenek yoksunluğundan olduğunu ifade ediyor.Kimse kusura bakmasın ben gayet gerçekçi boyuttan bakarak söylüyorum bana çok klişe gelir “Meyve veren ağaç taşlanır” sözü.
Taşlanmasın abi meyveleri seven ulaştığı yerden yesin.
Erik seven erik toplasın yesin,sevmeyenin ağzına basmıyorlar erikleri zaten.

Kusura bakmayın ama beni bilen bilir,ben açık ve net yazarım,kah şeffaf kah saydam,kah da katı olur.Gerçek neyse odur.Hepimizi kapsayan bu tür konularda süslü kelimelerle kıvrak dansöz gibi hamleli kelimelerle kıvırtmam.Varmamız gerekene odaklanırım.
Bana hak vermek zorunda değilsiniz ama gözlemlediklerim malesef bunlar.
Ve bu yazıda,içinde yaşadığım toplum açısından ve temsilen bu durumdan rahatsız olduğum için tarafımdan yazılmıştır.
Okumaya şeyi olmayan da okumasın..Okuyan yol alır..

Kalın selametle…

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş